The Economist, Türkiye'yi mercek altına aldı: "Erdoğan'ın İmparatorluğu"
TÜRKİYE: KRİTİK SEÇİM ARİFESİNDEKİ BİR ÜLKE
The Economist, Türkiye'yi mercek altına aldı: "Erdoğan'ın İmparatorluğu"
Dosyada sekiz makale yer aldı.
İşte o makalelerin satır başları:
TÜRKİYE: KRİTİK SEÇİM ARİFESİNDEKİ BİR ÜLKE
The Economist, Türkiye’de yaklaşan seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulundu:
“Bu yıl Türkler, tam 100 sene önce işgalci Yunan, İngiliz, Fransız ve İtalyan ordularını kovarak cumhuriyeti kuran Atatürk'ü anacak. Atatürk bugünkü Türkiye'yi görse sanayi dönüşümünden, nüfusundan ve kendi portresinin her yerde yer almasından etkilenirdi. Ancak takdir edecekleri bununla sınırlı olurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi cumhurbaşkanı, başbakan, parti lideri ve merkez bankası başkanı olarak yönetiyor.
Türkiye, Erdoğan'ın verdiği sözlerin aksine otoriterleşiyor. Erdoğancılık dönemi beş sene daha devam ederse, Türkiye daha da otoriterleşecek. Erdoğan gitse bile güvenlik politikalarında ve dış ilişkilerde yaptığı değişimler yerinde kalacaktır. Türkiye'ye ne olacağı dünyayı ama özellikle de Avrupa'yı ilgilendiriyor. Türkiye'nin kolu Afrika'dan Orta Asya'ya, Kafkaslar'dan Balkanlar'a, Suriye'den Mısır'a uzanıyor. On yıl içinde mülteci krizi, terör saldırıları, darbe girişimi, OHAL süreci ve korona virüs salgını gören Türkiye'de ise en önemli konu ekonomi.”
EKONOMİ: ACİL TOPARLANMA VE REFORM İHTİYACI DUYUYOR
Bu makalede The Economist, Türkiye’deki hayat pahalılığını ve ekonomik krizi inceledi:
"On yıl önce bir mimar, İstanbul'da apartman dairesi alabiliyordu. Ancak maaşları geçen sene yüzde 30 arttığı halde artık ev almaları bir hayal. Geçen sene Türkiye'de konut fiyatları yüzde 241 arttı. Türkiye'deki 'ekonomi deneyi' beklendiği gibi gitmedi.
Sayın Erdoğan, enflasyonu düşürüp parayı 'ucuzlatmanın' işe yarayacağını düşündü. Ancak bu fikir, ancak simyanın bilim insanları arasında yaygın olduğu kadar iktisatçılar tarafından benimsenmiş durumda. Yani popüler bir fikir değil.
Türkiye her ne kadar ekonomik büyüme yaşasa da, enflasyon karşısında faizler arttırılmadı - hatta aksine düşürüldü. Dünyada geri kalan bütün merkez bankaları tam tersini yaptı. Erdoğan hükümeti, Türk mallarının bu sayede dünya pazarında rekabet edebildiğini zira emek maliyetinin düştüğünü söyledi. Enflasyon teoride piyasadaki ürünlerden çok daha fazla paranın bulunması sebebiyle olur. Erdoğan'ın teorisine göre, üretim arttıkça enflasyon da doğal olarak düşecekti. Ancak hammadde ihtiyacının yüzde 34'ünü ithalat ile karşılayan ve enerji ithalat eden Türkiye için bu 40 milyar dolar dış ticaret açığı yarattı.
Merkez Bankası'nın da özerk yönetim yapamaması, dış yatırımcıları ürküttü. Erdoğan tahmin edilemez hale geldi. Üstelik yüksek meblağlı kredilerin sadece Erdoğan'a yakın iş insanlarına verildiği öne sürüldü. Eğer hazır yüksek meblağlı krediler sadece belirli kişiler için hazırsa, bu girişimi ve yatırımı elbette düşürür. Türkiye'nin ekonomisi reforma ve tamire ihtiyaç duyuyor.”
İLİŞKİLER VE DOSTLUKLAR: GÜCÜN ÇOĞUNU AİLE İÇİNDE TUTMAK
The Economist, bu makalede Berat Albayrak’ın Ekonomi Bakanı olduğu dönemden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın diplomatik ziyaretlere katılıp AKP içi görevlerde yer almasından bahsetti.
SURİYE: İÇ SAVAŞ'IN TÜRKİYE'DEKİ ETKİSİ
Suç işleyen Suriyeli göçmenlerin dahi Suriye’ye dönmek istemediğini anlatan The Economist, Türkiye’deki en önemli üç konudan birinin Suriyeliler olduğunu belirtti:
“Halepli Berber Yasin, daha önce Beşar Esad’a karşı savaştı ve Türkiye’ye geldi. Sigara kaçakçılığından yakalandı ve sınır dışı edilmekten korkuyor.
Bu şekilde birçok Suriyeli var. Suriyelilerin sadece beşte biri ülkesine dönmek istiyor. Türkiye, Suriyelileri zorla geri gönderirse uluslararası hukuku ihlal etmiş olur. Ama Türkiye’deki hakim siyasi görüş ve halkın istediği, Suriyelilerin gitmesi.
Türk seçmeni için en önemli üç konu sırasıyla şu şekilde: Ekonomi, işsizlik ve göçmenler. Türkler, Suriyelilerin tamamının ayrım yapılmadan geri gönderilmesini istiyor. Suriye İç Savaşı’ndan önce sadece 10 bin mülteci barındıran Türkiye’de şu anda 3,5 milyonu aşkın kayıtlı göçmen ve mülteci var.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener de Suriyelileri geri göndereceklerini söyledi. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, ‘Davul zurnayla göndereceğiz’ dedi. Hatta bir dönem Beşar Esad’ı devirmek için en büyük azmi gösteren ve Suriyelilere kapılarını açan Cumhurbaşkanı Erdoğan da çizgisini değiştirdi. Erdoğan, kendi tabanına Suriyelileri geri göndereceğinin garantisini verdi.
Beşar Esad ile arasındaki husumeti bir kenara bırakan Erdoğan, görüşmeler ve normalleşme için adım attı. Suriyelilerin tamamının geri gönderilmesi gündemde.”
SİYASAL İSLAM: DAHA FAZLA YOK
The Economist, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasal İslam’dan vazgeçtiğini söyledi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasal İslam’da beklediğini bulamadı. Önce Suudi Arabistan, sonra BAE ile normalleşmeye gitti. Şimdi de Mısır’ın lideri Sisi ile…
Erdoğan, zamanında Sisi’ye karşı Müslüman Kardeşleri desteklemişti. Ancak değişen şartlar, siyasal İslam’ın başarısızlığını ortaya koydu. Şimdi Külliye’de, Sisi’nin hediye ettiği organik mango suları içiliyor.
Siyasal İslam artık Türkiye’nin dış siyasetini belirleyen bir unsur olmaktan çıktı.”
DIŞ POLİTİKA: AGRESİF VE ZIT YENİ BİR SİYASET
Türkiye’nin dış politikada artık Batı’ya bağımlı olmadığını belirten The Economist, Türkiye’nin “kendi ağırlığı” bulunduğunu ve bağımsız bir güç olduğunu belirtti:
“Türkiye'nin lideri bir zamanlar şöyle demişti: 'Türkiye, bölgede ABD'nin stratejik bir ortağı olarak istikrara ve barışa katkıda bulunacak.' O dönemler Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin Irak işgali için Türkiye'nin kullanılmasına izin vermeye niyetliydi ancak meclis bunu reddetti.
Bugün ise Erdoğan, ABD ve Batı hakkında bambaşka şeyler söylüyor. Erdoğan, Türkiye'nin en büyük düşmanı PKK'yı ABD'nin silahlandırdığını söylüyor.
Avrupa Birliği'nin de benzer şeyler yaptığını dile getiriyor. Türkiye, Batı'yı terk ediyor. Türkiye Batı'dan kopup da başka bir yere bağlanmıyor. Kendi ağırlığı olan, yeni bir güç oluyor. Ankara, Türkiye'nin kendi başına karar alabileceğini söylüyor ve Batı'ya ihtiyaç duyulmadığını dile getiriyor. Üstelik Sayın Erdoğan, konu milli güvenlik olunca kesinlikle taviz vermiyor. Askeri harekat için kimseden izin almayacağını dile getiriyor ve Suriye'ye yeni bir kara harekatı tehdidinde bulunuyor. Eskiden Türk dış siyaseti, diplomatlar ve generaller tarafından dizayn edilirdi. Şimdi ise iç siyasete hizmet ediyor. Batı'yı kötülemek, hem dindar, hem milliyetçi hem de solcu seçmen için oldukça etkileyici oluyor. Türkiye, dünya gücü olmak istiyor. Zaten Türkiye’nin Orta Asya'dan Afrika'ya uzanan yatırımlarına, Türk Havayollarına, milyonlarca izlenen dizilerine ve devletlerin satın almak kuyruğa girdiği Türk SİHA'larına bakarsanız, Türkiye'nin halihazırda dünya gücü olduğunu düşünebilirsiniz.
Erdoğan'ın yakın çevresi, Batı'nın düşüşünü kutluyor ve yeni bir dünya düzeninin geldiğini düşünüyor. Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri ise yeni değil. Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk, Bolşevikler ile anlaştı. Komünist Rusya, Türkiye'ye silah, mühimmat, para ve askeri uzman yardımında bulundu ve Yunanistan'a karşı savaşmasına yardım etti. Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin en büyük sanayi tesisleri, Sovyet mühendisleri tarafından kuruldu. AKP dönemi ilişkiler ise, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde zirveye çıkmış durumda.
Rusya'nın Suriye'deki ağırlığı, Libya ve Kafkaslar'da karşı karşıya gelen iki ülkeyi bir araya getirmeyi başardı. Batı ülkeleri, Ukrayna Savaşı sonrasında Türkiye'nin tamamen Batı kampına katılacağını umdu ama yanıldılar. Türkiye, Rusya'nın bir tehdit olduğunu Ukrayna işgaline rağmen düşünmüyor. Türkler, Rusya ile iyi ilişkiler kurup arabuluculuk yapıyor. Evet, Ukrayna Savaşı sırasında önemli arabuluculuk faaliyetleri yaptılar ama bu faaliyetler, Rus sermayesinin Türkiye'ye girişini örten bi kılıf oldu. Türkiye ve Rusya arasındaki ticaret hacmi büyüdü. Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak bağımsız bir dış politika ve güvenlik politikası izliyor. NATO görevlerinde yer almış Türkiye, S-400 satın aldı ve F-35 programından kovuldu. Yunanistan ile karşı karşıya geldi, 'Balistik füzeler ile Atina'yı vurabiliriz. Bir gece ansızın gelebiliriz" tehditlerinde bulundu.
Türkiye, Çin, İran, insan hakları, basın özgürlüğü, terörizm, Ukrayna Savaşı, Rusya ve Suriye gibi konularda Batı ile taban tabana zıt bir konuma geldi. 2008'de Türkiye ve Avrupa Birliği dış politikaları yüzde 88 uyumluydu. Bu, 2016'da yüzde 44'e düştü ve şu an sadece yüzde 7. ABD ve AB, Türkiye'ye nasıl yaklaşacağını bilmiyor ve hiçbir stratejileri yok. ABD Başkanı Joe Biden, seçimleri bekliyor.”
SİYASET: MUHALEFET KAZANMALI AMA ÖNÜNDE ENGELLER VAR
Türkiye’de muhalefetin bir dönem öne geçtiğini belirten The Economist, şimdi ise Millet İttifakı’nın şansının giderek azaldığını vurguladı:
“En azından kağıt üstünde Türk muhalefetinin kazanması gerekiyor. Ekonomik reform, parlamenter sistem ve özgürlük sözü veren muhalefet, anketlerde öndeydi. Ancak aralık ayında enflasyonun düşmesi ile anketlerde Erdoğan ve muhalefet tekrar kafa kafaya geldi. Üstelik Kürt partisi HDP ile ittifak, İYİ Parti sebebiyle muhalefet için imkansız.
Erdoğan, medya ve yargı yoluyla rakiplerine baskı yapacak. Millet İttifakı'nda ise aday sorunu var. Kemal Kılıçdaroğlu aday olmak istiyor. Meral Akşener buna sıcak bakmıyor. Ekrem İmamoğlu'nun ise yıldızı söndü.
Muhalefet, konu milli güvenlik olunca Erdoğan'a adeta açık çek veriyor, her politikasını destekliyor. Bu durum, Erdoğan'ın elini güçlendiriyor."
GELECEK: DEMOKRASİ ANCAK ONA SAHİP ÇIKILIRSA VAR OLABİLİR
The Economist’in son makalesi, Türkiye’deki seçim sonrası süreç üzerineydi:
“Ekrem İmamoğlu, 2019'da İBB Başkanı seçildi ama sevinci kısa sürdü. AKP seçimleri yeniledi ama Ekrem İmamoğlu seçimleri bir kez daha, tam 800 bin oy farkla kazandı. Bazıları bunun iktidar değişimine yol açacağını düşünüyordu ama durum belirsiz. 14 Aralık'ta Türk mahkemeleri, Ekrem İmamoğlu'na hapis cezası ve siyasi yasak getirdi. Dava şimdi temyizde.
Erdoğan, hayat standartlarını yükseltip popülerliğini korur ve muhalefeti sansürlemeyi başarırsa, seçimleri kazanabilir. En azından Cumhurbaşkanlığı seçimlerini. Ve Türkiye'nin güçlü lideri Erdoğan, işini şansa bırakmak istemiyor. Türkiye'de kurduğu sistem, tamamen ona bağlı. Türkiye'de Erdoğan giderse yerine kimin geçeceğini kimse bilmiyor. Kurduğu sistem için bir varis atamadı. Erdoğan, kendisini 'değiştirilemez' olarak görüyor ve onun destekçileri de bunla hemfikir. Ekonomi, güvenlik ve din alanındaki kazanımlarını Erdoğan'a bağlı görüyorlar. Ancak tüm bunlara rağmen, Türkiye bir diktatörlük değil. Türkiye'de seçimler, futbol takımlarının maçlarına benzer. Bir takım 11 kişidir ve diğer takımın sadece 8 oyuncusu vardır. Hakem de büyük takımın yanındadır ama küçük takım için hala bir şans vardır. Erdoğan her ne kadar dostu Putin'in ayak izini takip etse de Türkiye bir Rusya değil. Türkiye'de hala seçimler var ve işliyor. Halkın yüzde 80'inden fazlası sandığa gidiyor. Seçimler belki şüpheli geliyor ama henüz hiçbir seçim çalınmadı. Türkiye'de sandık oldukça önemli ve seçmen sorununu sandıkta çözmeyi seviyor. Önümüzdeki süreç, Türkiye'nin demokrasisi için kritik öneme sahip."
Odatv.com