TSK’nin Esad rejimini daha kuvvetli vurmasını bekleyenlerde bugün

Türkiye’nin rejim hedeflerini vurmaya devam etmesi.

TSK’nin Esad rejimini daha kuvvetli vurmasını bekleyenlerde bugün




Cansu Çamlıbel

Cansu Çamlıbel

[email protected]

TSK’nin Esad rejimini daha kuvvetli vurmasını bekleyenlerde bugün

Rusya sayesinde ayakta kalmayı başaran Esad rejiminin TSK sayesinde ciddi manada zayıflatılıp geriletilmesi ihtimali Pentagon’daki strateji ekibinin gözlerini parlatmış. Kamuoyu önünde Savunma Bakanı Esper’e sahada tansiyonun düşürülmesine yönelik çağrılar yaptırsalar da asıl istedikleri Türkiye’nin rejim hedeflerini vurmaya devam etmesi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugüne kadar tek seferde yaşadığı en büyük kayıplardan biri olarak Cumhuriyet tarihine geçen 27 Şubat’taki İdlib saldırısı, Amerika Birleşik Devletleri içindeki bazı çevreler tarafından uzun süredir beklenen o fırsat. Ankara ile Moskova arasındaki kriz bir haftadır zar zor diplomasiyle yönetilmiş olsa da Washington, İdlib kırılmasının Türkiye’nin yeni müttefikiyle uzun vadeli ve sürdürülebilir bir ortaklık modeli üzerinden derinleşmesine büyük darbe olduğunun bilincinde. Ancak direksiyonu aniden kırmak yerine yavaş ve temkinli manevralarla eski dosta yanaşıyor. Bir şekilde omuz verecek ama fırsat bu ya biraz da burnu sürtülsün istiyor sanki. Hem çok da emin değil eski dostun yeni kankanın yörüngesinden kurtulmak için radikal kararlar alabileceğinden.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ile Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kelly Craft’ın atlayıp jet hızıyla Türkiye’ye gelmesi bu yeni sürecin ilk hamlesiydi. Ziyareti sıradanlıktan çıkartan Jeffrey ve Craft’ın, Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Suriye’ye geçip İdlib’e gitmeleri oldu. Amerikan yönetiminden resmi bir heyetin İdlib’e ilk kez adım atmaları açısından sembolik önemi vardı bu görüntünün. Washington, Moskova ile ciddi bir kırılmanın eşiğinde duran müttefiki Türkiye’ye siyasi desteğini perçinleyecek bir fotoğraf karesi vermeyi hedefledi. Eski bir televizyoncu olan Başkan Donald Trump’ın, bu fotoğraf için başrolü Suriye Temsilcisi James Jeffrey yerine BM Daimi Temsilcisi Kelly Craft’a vermesi de son derece Trump’lık bir hareketti.

Kelly Craft’ın ABD içindeki güç dengelerinin neresinde durduğunu hatırlatmak yapbozun parçalarının zihninizde doğru yerlere oturması açısından faydalı olacaktır. Kelly Craft bir kariyer diplomatı değil, siyasi atama. Daha önce ülkesinin Kanada Büyükelçisi olarak görev yapan Craft, yedi ay önce ABD Başkanı Donald Trump tarafından BM Daimi Temsilcisi olarak atandı. Sisteme ilk kez 2007 yılında George W. Bush tarafından sokulan Craft ve eşi, Cumhuriyetçi Parti’nin önemli bağışçıları arasında. Kelly ve Joe Craft, Trump’ın 2016’daki başkan adaylığı sırasında ve seçildikten sonra koltuğa oturduğu gün düzenlenen törenin hazırlıkları için toplamda 2 milyon doları aşkın bağış yaptılar. Kelly Craft’ın eşi milyarder Joe Craft, ABD’nin üçüncü büyük kömür üreticisi. Özetle, estetikli burnu ve botokslu yüzüyle alıştığımız Amerikalı kadın diplomatlardan farklı bir profil çizen Craft’ın rengi belli. Trump kampının vitrin isimlerinden biri. Cumhuriyetçi Parti’nin Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnell’a da yakın.

Craft ve Jeffrey’e Hatay Altınözü’nde ve İdlib’de doğal olarak ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield da eşlik etti. Ancak heyete eşlik edenler arasında Türk medyasının gözden kaçırdığı isim Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu idi. Aslında Sinirlioğlu’nun heyete eşlik etmek için New York’tan gelmiş olması diplomatik teamüller açısından olağan. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’in dört ay önceki Türkiye ziyaretinde ona da eşlik etmişti. Sinirlioğlu’nun Amerikalı heyete Hatay ve İdlib’e götürmesinde usul açısından sürprizli bir taraf olmasa da o fotoğrafa kendisinin bugüne kadar 36 Türk askerini şehit eden 27 Şubat saldırısında Rusya’nın sorumluluğuna en açık ve net vurguyu yapan Türk yetkilisi olduğu bilgisini de ekleyerek bir kez daha bakmalı.

27 Şubat saldırısından yaklaşık 24 saat sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada Sinirlioğlu, ellerindeki radar izlerinin Türk askerlerini vuran Suriye uçaklarının Rus uçaklarıyla birlikte ve koordineli uçtuğunu ortaya koyduğunu söyledi. Moskova’nın Türk askerlerinin o sırada orada olmaması gerektiği ve Heyet Tahrir Şam militanlarıyla karıştırılmış olabilecekleri yönündeki argümanlara açıktan karşı çıktı. “Türk askerleri o bölgede yalnızdı ve kasıtlı hedef alındı” dedi. Türk konvoyunun nerede olduğuna dair öncesinden Rus güçleri ile yazılı bir şekilde koordinasyon yapılması ve ilk saldırının ardından derhal uyarıda bulunulmasına rağmen hava saldırılarının devam ettiğinin altını çizdi, yaralı askerler için gönderilen ambulansların bile hedef alındığını hatırlattı.

Sinirlioğlu’nun 28 Şubat’taki BM konuşması Türk devletinin elindeki bilgilerin, 36 Türk gencinin İdlib’de nasıl öldürüldüğüne dair tek soru soru işareti gerektirmeyecek netlikte olduğunu teyit eder nitelikteydi. Diplomatik kulislerdeki dedikoduya göre Büyükelçi Sinirlioğlu, hazırladığı metin için Ankara’dan onay beklemeden çıkıp BM’de konuşmuştu.

Saldırıya dair ilk açıklamasını Sinirlioğlu’nun BM konuşmasından bir gün sonra yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Rusya’nın saldırıdaki rolüne aynı açıklıkla vurgudan itinayla kaçındı. Dahası Moskova ile krizden çıkmak için deplasmana, Esad rejiminin hamisi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ayağına gitmeyi tercih etti. Bugünkü Erdoğan-Putin randevusu 27 Şubat saldırısından önce planlanmaya başlamıştı. Erdoğan görüşme talebini açıkça ortaya koymuş, Moskova ise davet için epey bir ayak sürümüştü. Kremlin Sözcüsü Peskov gazetecilere “Putin’in 5 Mart için başka planları var” demekte bir beis görmemişti. 27 Şubat saldırısı gerçekleşmese belki de Putin, Erdoğan ile görüşmeyi gerçekten de öteleyecekti. Ankara’daki hükümet Moskova ile ilişkinin alenen sırtından vurulan/mağdur tarafı olmasına rağmen bugün alttan alan/taviz veren taraf görüntüsü vermeyi göze aldı.

Washington tam da bu yüzden şu aşamada Türkiye’ye siyasi desteğin ötesine geçen kuvvetli bir somut adım atma niyetinde değil. Siz bakmayın Başkan Trump’ın kameralar önünde “Türkiye’ye Patriot göndermeyi konuşuyoruz” demiş olmasına, ya da Trump’ın ABD Kongresi’ndeki has adamı Senatör Lindsey Graham’ın Suriye’de uçuşa yasak bölge (NFZ) ihtiyacından bahsediyor olmasına. Erdoğan, Rus S-400 füze savunma sisteminin kesinlikle aktive edilmeyeceğini ve geri kalan parçalarının Türkiye’ye getirilmeyeceğini resmen taahhüt etmedikçe Washington’ın Türkiye’ye Patriot bataryası göndermesini beklemek gerçekçi değil. Trump en fazla aynı Erdoğan’a 27 Şubat saldırısından sonra yaptıkları telefon görüşmesinde söylediği gibi diğer NATO ülkelerini Türkiye’ye Patriot göndermeleri konusunda teşvik edecektir.

Amerika’nın siyasi gündemin nabzını en iyi tutan gazetelerinden Politico yazdı; Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Türkiye’ye Patriot gönderilmesini savunduğu için Pentagon ile ters düşmüş. Bu kendisi de asker kökenli bir diplomat olan Jeffrey ile askeri kanatın ilk çatışması değil. Jeffrey’nin Türkiye tezlerine yakın pozisyon aldığı yönündeki şöhreti kritik anlarda aleyhine işliyor. Zaten söz konusu Suriye oldu mu kurumlar arası (interagency) istişarelerin sonunda borusu öten genelde ABD Dışişleri değil, Pentagon oluyor.

Benim son günlerde Washington’daki farklı kaynaklardan dinlediğime göre Pentagon içindeki bir kesim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’deki ‘Bahar Kalkanı Operasyonu’nu sonuna kadar götürmesi için teşvik etme stratejisinden yana. Rusya sayesinde ayakta kalmayı başaran Esad rejiminin TSK sayesinde ciddi manada zayıflatılıp geriletilmesi ihtimali Pentagon’daki strateji ekibinin gözlerini parlatmış. Kamuoyu önünde Savunma Bakanı Esper’e sahada tansiyonun düşürülmesine yönelik çağrılar yaptırsalar da asıl istedikleri Türkiye’nin rejim hedeflerini vurmaya devam etmesi. Dolayısıyla da kapalı kapılar ardında Ankara’ya “devam” gazı vermeye devam edecekler belli ki. Bugüne kadar tek bir Amerikan askerinin ölmediği Suriye savaşında Kürtlerin ardından biraz da Türklerin ölmesini teşvik etme hoyratlığının adına ‘diplomasi’ diyeceklerdir sonra da.


Cansu Çamlıbel kimdir?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezundur. Yüksek lisansını Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi ‘Türk medyası ve oto-sansür sorunsalı’ başlığını taşıyor. NTV’de diplomasi muhabirliği ve 2005-2008 yılları arasında Brüksel muhabirliği yaptı. 2008 yılından 2019 Şubat’ına kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı gibi pek çok farklı görevde bulundu. Yaklaşık beş sene boyunca ‘Yüz Yüze Pazartesi’ köşesinde Hürriyet’in haftalık siyasi röportajları ona emanetti. Son olarak Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. 2015-2016 döneminde ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin prestijli Nieman Bursu’nu kazandı.

 

CANSU ÇAMLIBEL / DUVAR