Türk askerine Libya seferi yazılırsa...

“Doğu Akdeniz’de oyunu bozduk; Mavi Vatan’ın sınırlarını çizdik”

Türk askerine Libya seferi yazılırsa...


Erdoğan Trablus güçlerini sağlam tutmak için risk çıtasını yükseltirken bu anlaşmalardan rahatsız olan taraflar da Hafter’i zafere ulaştırmak için ellerinden geleni yapacaktır. Daha da önemlisi Libya’da Türkiye açısından artık 1911’in koşulları yok. İslamcı güçler ile kendilerini Osmanlı torunu olarak gören Mısratalılar dışında Libya’nın geri kalanında bakış farklılaştı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerinin geldiği noktada iki ‘düz çizgi’ beliriyor. Birincisi Suriye’ye üç askeri müdahaleyle, “Kürt koridorunu önledik” diye destan satıyor. Diğeri deniz sınırları için 27 Kasım’da Libya’da savaşan taraflardan biriyle yapılan anlaşmayla, “Doğu Akdeniz’de oyunu bozduk; Mavi Vatan’ın sınırlarını çizdik” diye ahkâm kesiyor. Düz çizgi çift anlamlıdır. Ya istikrardır ya da son.

Erdoğan, “Diğer uluslararası aktörler, Türkiye’nin çizdiği alanlarda onay almaksızın arama-tarama faaliyeti yapamaz” diyor. Zılgıt niyetine bu sözün muhatabı, Rumlarla anlaşıp Doğu Akdeniz’de hidrokarbon araması yapan Noble Energy, Eni/Kogas, Eni/Total, ExxonMobil/Qatar Petroleum ve Shell ve bunların arkasındaki devletler. Yedi düvele meydan okumaksa işte budur! Takalarınızı toplayın Turgut Reis geliyor! Sanki…

Erdoğan lafının devamında iddiasını büyütüyor: “Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan ve İsrail, bu bölgeden Türkiye’nin onayı olmadan doğal gaz nakil hattı kuramaz.”
Su komşuluğundan düşman hatlarına dönüştürülen ülkeler sıra sıra diziliyor. Yine de, “Derdimiz düşman kazanmak değil!”

Libya anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelere hadleri bildirildiğine göre geriye “Mavi Vatan”ın sınırlarını muhafaza ve müdafaa etmek kalıyor.

Büyük bir öngörüyle deniz sınırları anlaşmasına paralel olarak Fayez el Serrac’ın başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile askeri güvenlik anlaşması imzalanıyor. Askeri eğitim; askeri araç ve silah tedariki; ortak askeri tatbikat; müşterek askeri planlama; barışı koruma, insani yardım ve deniz haydutluğu ile mücadele operasyonları; arazi ve bina tahsisi, terörizm ve yasa dışı göçle mücadele, istihbarat paylaşımı; lojistik iş birliği, askeri tıp hizmetleri ve askeri ofis açma gibi kritik maddeler içeriyor.
Ve şimdi bu anlaşmaya binaen Erdoğan, Libya’dan çağrı gelirse asker gönderme hakkından bahsediyor.

***

Erdoğan, 2011’de NATO’nun korsan müdahalesiyle başlayan yıkım operasyonunun ikinci yarısında bölgesel heveslerini Müslüman Kardeşler’in iktidarda kalmasına bağlayan bir oyuna girişti. Bu minvalde son 4 yılda BM’nin silah ambargosunu delip Türkiye’yi iç savaşın tarafı haline getirdi.
İmzalanan anlaşmalarla Libya sahnesindeki gayrimeşru operasyonlara meşruiyet kazandırılıyor. Ayrıca Doğu Akdeniz’de derinleşen enerji kavgasında Türkiye’nin çıkar hesaplarını, Libya tarafında hukuken geçerlilik kazanması mümkün olmayan bir anlaşmayla yine İslamcı kanadın zafer hayallerine bağlıyor.
Bir iki istisna dışında bölgesel ve uluslararası aktörlerin Tobruk’taki Temsilciler Meclisi ve “Libya Ulusal Ordusu” lideri Halife Hafter’e yatırım yapıyor olması nedeniyle de bu zafer ufukta gözükmüyor. Coğrafya olarak ülkenin yüzde 20’sinden daha azını kontrol eden Trablus-Mısrata merkezli güçleri kurtaracak, böylece varılan anlaşmaları yarına taşıyacak yegâne seçenek Türkiye’nin doğrudan savaşa girmesi. Erdoğan, Doğu Akdeniz ve Libya krizine yaklaşımıyla Türkiye’yi böylesine belalı bir denklemin içine sıkıştırmış oldu. Anlaşmayı öyle bir zafer havasında sundular ki bunu kurtarmak için yedi düvele savaş açmazlarsa ihanet sayılacak! Sanki Akdeniz’de petrol ve doğalgaz rezervleri kanıtlanmış, doğal kaynaklar artık borulardan taşar olmuş, geç kalan Türkiye de herkes gece uykusundayken vanaları bağlamış, hatta topraklarına bir gecede binlerce kilometrekarelik toprak katmış! Elbette yeni partilerle AKP çatırdarken, ekonomi batarken, isyan dalgası kıyılarımıza yaklaşırken böyle bir hikâyeye muhtaç!

Trablus kanadının bu anlaşmadan murat ettiği ise enerjinin ötesinde. Şu sıralar Hafter güçleri, başkent Trablus’u ele geçirmek için ikinci bir hamle başlatmış durumda. İslamcılar bu anlaşmayla Türkiye’yi kendilerine kalkan yapıyor. Anlaşma askeri araç ve silah akışı dahil her türlü desteği mümkün kılıyor. Serrac, geçen hafta Doha’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’la anlaşmaların uygulamasına dönük adımları müzakere etmiş.
Sıra asker istemeye gelirse Erdoğan ne yapacak? Bu soruya yanıt verirken Rus özel savaş güçlerinin Libya’daki varlığını hatırlatıp benzer bir adımdan söz etmesi ilk etapta tercihin ‘özelleştirilmiş bir savaş’ olabileceğini gösteriyor. Halihazırda damadın şirketi Bayraktar, insansız uçaklarıyla işin içinde. Libya savaşı evvela aileye kazandırıyor!

Erdoğan’ın dediği şu: “Asker gönderme konusunda biliyorsunuz şu anda Rusya’dan Wagner, oraya güvenlikçilerini göndermiş vaziyette. Libya talepte bulunursa, aynı şekilde elemanlarımızı gönderebiliriz. Güvenlik anlaşmasını imzaladıktan sonra engel söz konusu değil.”
Tabii bu, Türk askerine Libya seferinin yazılmasını dışlayan bir yanıt da değil. Bu gidişatla bu iş oraya da varır.

***

Türkiye savaşa özel şirketler ya da doğrudan Türk ordusuyla dahil olursa neyle karşılaşır? Evvela büyüyen bir Arap muhalefetini karşısında bulur. Temsilciler Meclisi, “Libya, Osmanlı devletinin Arap dünyasına dönüşü için bir kapı olmayacak” diye çıkışmış. Bu çıkış Arap Birliği’nde de ciddi karşılık buluyor. Libya’nın komşusu Mısır, Hafter’in arkasında. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Hafter’in en önemli güç kaynağı. Ürdün de havacılığıyla katkısını esirgemiyor. Fransızlar başından beri Hafter’i destekliyor. Rusya deklare edilmiş tutumu bütün taraflarla diyalogu öngörse de Türkiye’nin el verdiği güçlerin hasımlarına yatırım yapıyor. Amerikan yönetimi de yeniden Libya dosyasına dönmeye çalışırken önce Hafter’i yokluyor.

Bir tek İslamcılarla çalışmaya bayılan İngilizler ile ENİ’nin çıkarları için Trablus kanadının başarısına bel bağlayan İtalyanlar Erdoğan’la aynı tarafa bakıyor. Ama petrol anlaşmalarını kim garanti ederse Roma’nın kıblesi orasıdır.
Libya denkleminde karşı hamleleri görmek için Ankara’nın dikkat kesilmesi gereken asıl iki odak Rusya ve ABD. Trablus’ta bir Amerikan insansız uçağının düşürülmesinde Rus parmağına işaret eden iddiaların ardından ABD ‘istikrarı bozucu’ Rus yapılanmasına dikkat çekmeye başladı. ABD Dışişleri Yardımcısı David Schenker 26 Kasım’da Wagner’in yanı sıra düzenli Rus askeri birliğinin de Libya’ya sevk edildiğini öne sürdü. Rusya anında yalanladı. İki devlet de Libya’da aynı adama oynuyor ancak Rusların Libya’da inisiyatif alması Amerikalıların keyfini kaçırıyor. Hafter’in zaferini Ruslara borçlu olması Amerikalıların çıkarına değil. Hafter ki yıllarca Amerikan avlusunda sürgün yaşamış, adı CIA casusuna çıkmış bir adam. Yani Hafter kazanacaksa Amerikalıların eliyle kazanmalı! Bu yeni durum yüzünden Amerikalılar için Rusları ya ekarte etmek, bu olamayacaksa onlarla aynı odaya girmek öncelik haline geliyor. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo çatışmaları bitirmek için Rusya ile birlikte çalışmak istediklerini, Rus muhatabı Sergey Lavrov’un da “Buna hazırım” dediğini aktardı. İki gücün İslamcı koalisyonun üzerini çizen bir seçenekte buluşması Erdoğan’ın hesaplarını baltalayabilir. Gidişat da o yönde.

Erdoğan, Rus faktörünün durumu etkileme kapasitesini gördüğünden Putin’den ivedilikle randevu isteyip bir de temennide bulunuyor: “İstiyorum ki Rusya ile münasebetlerde yeni bir Suriye doğurmasın ve inanıyorum ki Rusya da Hafter konusunda mevcut tezi gözden geçirecektir.”
Mümkünatı yok. Putin hem Rusya içinde hem Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya açılım stratejisinde potansiyel tehdit olarak gördüğü İslamcı kanatlara neden oynasın? Üstelik Hafter’den üs sözü almışken.

Gidişat onu gösteriyor ki Suriye’den sonra Libya’da da Türkiye ile Rusya kafa kafaya geliyor. Hatta nispeten gelmiş sayılırlar. Hafter güçleri, Wagner’in desteğiyle Türkiye’nin saha unsurlarını hedef alıyor. Rus medyasının senaryosuna göre Putin müstakbel çıkarlar için Wagner’i sahaya sürerken Erdoğan da karşılarına SADAT’ı çıkartacak. Senaryo hepten farazi değil; Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım sözlerine dayanıyor. Ruslar bir süredir Erdoğan’ın Suriye’deki savaşçıları Libya’ya kaydırdığına da dikkat çekiyor.
Rusya, Libya ile varılan anlaşmaları da sessizce geçiştirmedi. Dışişleri itirazlarını üç noktada sıralıyor:

Türkiye Trablus’taki hükümete askeri desteğini yasallaştırıyor; silah ambargosunu ihlal ediyor; Berlin’de planlanan çözüm konferansını sabote ediyor.
Bu da BM uhdesindeki siyasi çözüm sürecinde de Türkiye’nin tartışmaların odağında olacağını gösteriyor.

***

Anlaşmalar BM’nin netameli bir süreçte bir oldubittiyle tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti ile ilgili tartışmaları da kızıştırabilir. Mesela Yunanistan, bundan böyle Serrac hükümetini değil Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’ni Libya’nın meşru temsilcisi olarak gördüğünü ilan etti. Kıbrıs ‘Rum’ Cumhuriyeti ve Yunanistan’a arka çıkan AB içinde de bu yönde eğilim güçlenebilir. Bu süreç Yunan ve Rumların Araplarla etkileşimini daha da artırabilir. Erdoğan Trablus güçlerini sağlam tutmak için risk çıtasını yükseltirken bu anlaşmalardan rahatsız olan taraflar da Hafter’i zafere ulaştırmak için ellerinden geleni yapacaktır. Daha da önemlisi Libya’da Türkiye açısından artık 1911’in koşulları yok. İslamcı güçler ile kendilerini Osmanlı torunu olarak gören Mısratalılar dışında Libya’nın geri kalanında bakış farklılaştı. Arap Birliği, Afrika Birliği ve Avrupa Birliği’nde oluşacak karşı cephelere ilaveten hem Rusya hem ABD ile tersleşen Türkiye’nin işi kolay olmayacaktır. Türkiye, Suriye’deki gibi Libya’da da açığa düşürülebilir.


Fehim Taştekin kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.