"Türk Polisi kime kelepçe takılmayacağını biliyor"

Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, nezarethanelerde olan biteni anlattı.

"Türk Polisi kime kelepçe takılmayacağını biliyor"


Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, nezarethanelerde olan biteni anlattı.

  

Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, nezarethanelerde olan biteni anlattı.

Yavuz Selim Demirağ, “Nezarethanede insan manzaraları...” başlıklı yazısında, “Kendi adıma şanslıyım. Polisler gazeteci olduğumu ve duruşmaya katılmadığım için yakalama kararı alındığını bildiği için, kriminal tiplerden ayırıp tek kişilik yere koydular. Yan hücreden acayip öksürüklerin yanında horlama değil de kükremeyi andıran ses duvarlarda yankı yapıyordu” ifadelerini kullandı.

İşte o yazı…

Adı bile itici "nezarethane!" Fakat canım memleketimin insan manzaralarını yansıttığı için "gözaltı"ndaki tiplemelere değinmek istiyorum. Bu arada iki günlük yazılarımın altına çok sayıda yorum yapılmış. Bir nevi "gözaltı rehberi" yazmış gibi hissetmeye başladım. Ne dertli okuyucularımız varmış. Kimileri başından geçenleri yazmış. Kimisi temennilerini. 14 gün 45 gün gözaltında kalanların yaşadıkları sanırım roman olur. Bizimkisi çerez...

Tecrübeli polisler zanlıyı hal ve hareketlerinden, yüz ifadesinden tanır. 20-25 yaşlarında bıçkın bir tip geldi gece yarısı. Demir parmaklıklar açılınca kanepede oturan zanlılar ayağa kalkıp "yeni misafir"i meraklı gözlerle izlemeye başladı. Nöbetçi memur sordu: "Sen niye geldin?" Bitirim genç "kameralar yakalamış be abi" deyip devam etti: "İki dandik telefon alalım dedik. Güvenlik kameralarına takılmışız. Gece gelip aldılar işte... Şanssızlık..." Nöbetçi polis sesini yükselterek: "Hırsızlık mı yaptın ulan sen!" deyince arsızca gülen bitirim. "Bizim ki ufak iş abi... Asıl milyonları götürenlerin peşine düşün!" demez mi? Doğru söze ne nedir?

Kendi adıma şanslıyım. Polisler gazeteci olduğumu ve duruşmaya katılmadığım için yakalama kararı alındığını bildiği için, kriminal tiplerden ayırıp tek kişilik yere koydular. Yan hücreden acayip öksürüklerin yanında horlama değil de kükremeyi andıran ses duvarlarda yankı yapıyordu. Yanındaki dertli... "Herif çekmiş suluyu, kuruyu mis gibi uyuyor!" sözleri özetliyor. Ötekinin de uykusu kaçınca: "Abi sen niye geldin? Ne iş yaparsın?" sorusunu yöneltiyor. "Minibüs şoförüyüm. Felekten bir gece koparalım deyip üflemeye başladık arabanın içinde polis kaptı" der demez el cevap "İçiciyim dersen yırtarsın..."

-"Ben gerçekten içiciyim ama polis bozuk paraları satıştan aldığımı sanıyor. Minibüs parası desem de inanmıyorlar..." Avukat edasıyla akıl vermeyi sürdürüyor: "Sen hakime içiciyim de... Serbest bırakır... En kötüsü denetimli serbest olursun. Kafanı yorma..."Genç, güzel giyimli 25 yaşlarındaki delikanlı ise bir yıl önce "basit yaralama" olayına karışmış. Mahkemeye gitmedi diye benim gibi gözaltına alınmış. Üniversite öğrencisi, son derece sakin.

Uzun boylu, iri-yarı orta yaşlardaki zanlının belinde pazar önlüğü var. Semt pazarında patates-soğan satarken polis gelip "para cezanı ödememişsin" diye gözaltına almış. Günlük 100-150 TL'yi zor kazanırken, 6 bin liralık cezayı nasıl ödeyeceğini kara kara düşünüyor. Para cezası vakası bir hayli fazla genç bir delikanlının 500 TL'lik borcunu yakını getirip "sabah yatırınca çıkarsın" diyerek gitti. İş adamına benzeyen gravatlı bey de 4.500 TL'lik borcunu taksite bağlanıp bağlanmayacağını soruyor. Nöbetçi polis: "Taksitleri ödesen burada olmazdın. Hepsini peşin yatıracaksın!" diyor.

Benzeri insan manzaraları ile sabahın nasıl olduğunu anlayamadım. 08.30 da nöbetçi "adliyeye gideceğimizin uyarısını" yaptı. Telaşla hazırlık yapılıyor, battaniyeler katlanıp kanepenin üzerine konuyor. Çöpler poşete... Pazar sabahı kahvaltı yapmadan mesaiye gelen polis memurunun mutsuzluğu yüzüne yansımış. "Tuvalet ihtiyacınızı giderin gidiyoruz" diyor. Gözaltındaki zanlılar heyecanlı. Kameralara yakalanan şansız genç zor yürüyor. Meğerse botlarının ipleri çıkarılmış. Bir taraftan pantolonunu tutuyor. Ne de olsa kemer yasak. Tutanakla emanetteki eşyalar veriliyor. Tekmili birden heyecanla sigara ve çakmağa kavuşmanın heyecanında. Yol yordam bilen polis. "Bahçeye çıkınca birer sigara için" derken, kelepçeleri getiriyor. İkişer, ikişer takıp iki polis eşliğinde bahçeye çıkarıyor. Çiftlere kelepçe takılınca ben yalnız kaldım. Polislerle bakışıyoruz. "Siz şöyle geçin" derken diğerlerinden ayırıp çakmak uzatırken ki bakışlarında "Sana kelepçe takmayacağız" mesajını alıp, “Türk Polisi kime kelepçe takılmayacağını biliyor" diye rahatlıyorum. Yola çıkıyoruz. Hastahanede "bir şeyin var mı? muayenesi" toplu yapıldı. Derken Adliye... Tekrar nezarethane... İçeri tıklım tıklım. Bir çoğu tecrübeli. Kırmızı ceketli mafya film setinden gelmiş gibi biri girdi içeri... Konuşmalarından pavyondaki dostunun zorla parasını aldığını anlıyoruz. Kabadayı kılıklı biri "Amca sen ne iş yapıyorsun? Seni bir yerden tanıyacağım" diyor. "Okur-yazarım" cevabını daha vermeden öteki "tabi lan televizyonda ki diziden..." diyor. Bütün dikkatler üzerime toplanıyor. Ard arda dizilerin isimleri sıralanınca birisi "Lan oğlum Behzat Ç'den"i yapıştırıyor. "Yok, benzetmişsin" deyip kurtulmaya çalıştımsa da. Kendi aralarında yoruma devam ettiler. Ziyaretçi yasak... Sadece avukatım değil, can dostum Erhan Tokatlı gelince nezarethanenin dışına çıkarıyorlar. Meyve suyu ve poça iyi geliyor. Öğleden sonra nöbetçi savcı ve hakimler geliyor. Şanslıyım. İlk ben çıkıyorum mahkemeye... Bir taraftan dava dosyalarını çamaşır ipi ile bağlamaya çalışan hakim... "...... isimli adama gazete yazın ile hakaret etmişsin" diye soruyor. Sadece eleştiri yaptığımı, hakaret unsuru içermediğini beyan ediyorum. Avukat söz alıyor... Uzun uzun anlatıp: "Savunmamızı mahkeme huzurunda yapacağız. Henüz dosyayı incelemedim" diyor. Sırada çok kişi var. Hakim Bey, "gidebilirsiniz" deyince "merhaba"

Odatv.com