Türkiye-ABD Hattında 14 Haziran Sonrası Ne Olur?

Washington – Ankara hattında müttefiklik değil faydacılık dönemi mi?

Türkiye-ABD Hattında 14 Haziran Sonrası Ne Olur?




Türkiye-ABD Hattında 14 Haziran Sonrası Ne Olur?


Joe Biden, ABD Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilk kez 14 Haziran’da NATO Zirvesi kapsamında yüz yüze görüşecek. Görüşme sonrasında Türkiye– ABD ilişkilerinde “kısmi iyileşme” ve Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi için çözüm geliştirilebileceği beklentisi var. Ankara–Washington hattında temel sorun ise “güven” olarak işaret ediliyor.

Türkiye’de gözler, ABD’yle ilişkilerde siyasi ve diplomatik sürecin yanı sıra döviz kuru dalgalanması, ticari ilişkilerde yaptırım baskısı gibi olası ekonomik etkileri nedeniyle Brüksel’deki buluşmada. Erdoğan, Cuma günü Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısında Biden’la yapacağı görüşmeye dair bakanlıklardan son duruma ilişkin bilgi alacak.

İki ülke arasındaki gerilim başlıklarından birisi, Rusya’dan satın alınmış olan S-400 hava savunma sistemi. Bu konuda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti bir savunma sistemini bir başka ülkeden bir kere satın aldı. Bu bitmiştir. Bundan sonra Türkiye’nin kendi hava savunma sistemini üretmeye başladığı güne kadar bizim ihtiyacımız var. ABD, Patriot konusunda garanti vermiyorsa diğer müttefiklerimizden de biz pekala hava savunma sistemi alabiliriz. Yüzde 100 bizim kontrolümüzde olacak. Bizim mühendislerimiz, bizim askerlerimiz kontrol edecek. Kullanım aşamasında herhangi bir Rus askeri Türkiye’de bulunmayacak” açıklaması yaptı. Ankara’dan gelen benzer açıklamalar, geri adım atılmayacağı ve aynı zamanda S-400’lerin İncirlik Hava Üssü’ne taşınmasıyla kontrolunu ABD’li askerlere vereceği iddiasının kabul edilmediğini gösteriyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a göre kritik sorun başlığı, Türkiye’nin Suriye’de “PKK’nın kolu” olarak tanımladığı PYD-YPG yapılanması. Akar’ın son olarak, “Türkiye ile ABD arasında en büyük problem ne F-35 ne S-400 ne de başka bir şey. En büyük problem PKK/YPG terör örgütü meselesidir” ifadesi dikkat çekmişti.

Türkiye’nin askeri personeliyle Kabil Havalimanı’nın korumasını üstlenmeyi teklif etmesi ise ABD’nin Afganistan’daki barış süreci için Ankara’ya ev sahipliği önermesiyle başlayan süreçte ikinci hamle. İstanbul’da konferans ortamında barış müzakeresi yapılması olasılığı, Taleban’ın katılmama kararıyla ortadan kalksa da Türkiye, Afganistan’da arabuluculuk rolünü üstlenmeye niyetli. Bunun ABD’yle yakınlaşma için başlangıç noktası oluşturduğu vurgulanıyor.

Uzmanlara göre Washington-Ankara hattında “müttefiklik ilişkisi” düzeyinde gelişme sağlanması zor olsa da Biden ve Erdoğan’ın görüşmesiyle “kısmi iyileşme” ya da “yeni normalleşme” olarak yorumlanan döneme geçileceği görüşü mevcut. VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan uzmanlar, 14 Haziran’da karşılıklı sorunlarını en üst düzeyde ifade edecek iki ülke arasında realpolitik zeminde çözüm olmasa da arayış diyaloğunun sürdürüleceğini belirtiyor.

Dış Politika Enstitüsü Başkanı ve ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, iyimserliğini korumakla birlikte iki liderin görüşmesi gerçekleşmeden ABD-Türkiye ilişkilerinde neler olabileceğini “açık uçlu soru” olarak yorumladı. Bağcı, NATO üyesi iki ülkenin birbirinden vazgeçemeyeceğini kaydetti; ancak Suriye’deki PYD-YPG yapılanması konusunda terör bağlamında görüş ayrılığına kısa vadede çözüm olamayacağını ifade etti.

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Genel Sekreteri Dr. Kadir Ertaç Çelik de NATO ittifakı içerisinde karşılık çıkarlar açısından ilişkilerde yeni normalleşme yaşanabileceğini söyledi.

Her iki uzman da S-400 füze sistemi sorununda karşılıklı geri adım beklentisini paylaştı; insan hakları ve demokrasi başlığında Türkiye’nin halen hukuki koşullara sahip olduğu ancak bunu yabancı aktörlerce algılanmasında sıkıntı olduğunu savundu.

Washington – Ankara hattında müttefiklik değil faydacılık dönemi mi?

VOA: Biden - Erdoğan görüşmesiyle Amerikan – Türk ilişkilerinde değişim yaşanması mümkün mü?

Prof. Dr. Hüseyin Bağcı: ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında 14 Haziran’da yapılacak ikili görüşme, şüphesiz Joe Biden’ın başkan olmasından sonra ilk defa olacak bir görüşme olması açısından önemli. Türk-Amerikan ilişkilerinin nasıl bir yöne evrilebileceği ise şu anda açık uçlu bir soru. İki ülke arasında hem NATO içerisinde hem NATO dışındaki ikili ilişkiler açısından sorunlar var. Bu sorunlar üzerine konuşulacak. Ama ne yardan ne serden politikasıyla ne Amerika, Türkiye’den vazgeçebilir ne de Türkiye ABD’den vazgeçebilir. Farklı düşünceler, farklı yaklaşımlar olacaktır ama sonuçta her ikisi de Batı ülkeleri ortak birikimi olan NATO içerisindeki ittifak politikalarını sürdürecekler, belki yeni baştan jeopolitik ve jeostratejik çıkar tanımlamalarını gündeme getirecekler. Ama çok tarihsel bir toplantı mı olacak? Hayır. Çok mu önemsiz? Hayır. Her iki taraftan da bakıldığında Türk-Amerikan ilişkilerinde bir sürecin devamı niteliğinde olarak görülmeli. Burada temel fark Donald Trump döneminden daha farklı bir siyasi yaklaşımla gelecek Joe Biden. Ama bunun detayları ve Türkiye’nin tutumu tabii ki toplantı esnasında ortaya konulacak. O nedenle bu görüşmenin her iki taraf için de önemli olduğunu ve sorunların masaya yatırılması açısından bence çok gerekli olan bir görüşme olarak değerlendiriyorum.

Dr. Kadir Çelik: Bu görüşme, Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde yeni bir başlangıcı simgeleyen bir hadise olarak ele alınmalıdır. Malum Biden, 20 Ocak itibarıyla göreve başladı ama o günden bugüne kadar Türkiye ile doğrudan daha önceki başkanlarda olduğu gibi bir temasta bulunmadı. Bu da Biden’ın Türkiye’ye soğuk bakışı olarak görüldü ve süreç içerisinde bir özellikle yaşanan krizlerin daha fazla arttığı bir döneme tanıklık edildi. Gerek Ankara’daki karar alıcılar gerekse de Washington’daki karar alıcılar tarafından son dönemde olumlu açıklamaları ve bu yönde dolaylı diplomasiye attığı adımlar da ilişkilerde NATO merkezli olmak üzere yani merkezinde güvenlik unsurlarının teşkil ettiği yeni bir normalleşmenin yaşanacağını bize işaret ediyor. Çünkü gerek Batı, NATO ve ABD gerekse de Türkiye bu ilişkilerin sağlıklı bir zeminde yürütülmesinden kazançlı çıkacak aktörler. Karar alıcılar da ideolojik ve politik kıstaslar dışında dış politikadaki temel çıkar perspektifleri üzerinden bu rasyonaliteyi görmüş gibi durmaktadırlar.

S-400 füze sisteminde uzlaşılsa da güven sorunu aşılır mı?

VOA: NATO kapsamındaki bu görüşme Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 füze sistemi meselesinde çözüm için adım atılır mı?

Prof. Dr. Bağcı: Tabii S-400 sistemi NATO’yu doğrudan ilgilendiren bir konu. Çünkü Rus teknolojisi. Bugüne kadar ABD, S-400’lerin Türkiye tarafından kullanılmaması gerektiği yönünde bir politika izledi. Nasıl bir ortak çözüm bulunabilir? Mesela Türkiye bunu İncirlik’te mi konuşlar Amerika’nın kontrolü altında veya Katar’a mı gönderip oradaki Türk askeri üssünde mi kullanmadan paket halinde tutar mı? Ama olmalı çünkü Rusya açısından Türkiye’nin bu sistemleri başka bir ülkeye satması veya ihraç etmesi sıkıntı. Ayrıca Türkiye sadece Rusya’dan S-400 alan tek ülke değil başka ülkeler de var. Yeni bir müzakere biçimi olacak gördüğüm kadarıyla S-400’lerin NATO’ya entegre edilme biçimi ile ilgili olarak her iki tarafta uzmanlar şu anda çalışıyorlar, bir siyasi çözüme varabilmek için görüşmeler şu an yapılıyor. O nedenle nasıl sonuçlanacağını söylemek şu anda mümkün değil ama 14 Haziran’daki görüşmede S-400’ler konusunda her iki taraf al-ver şeklinde, karşılıklı bir tavize dayanan bir politika uygulayacaklar diye düşünüyorum.

Dr. Çelik: NATO şu an gerçekleştireceği zirvede iki önemli krizle yüzleşiyor: Birisi NATO’nun kendi kurumsal krizi, doktrin (ilkeler ve kurallar bütünü) arayışı, bu bağlamda yeni bir perspektif ortaya koyması gerekiyor. NATO Genel Sekreteri (Jens Stoltenberg) de 2030 stratejisiyle bunu deklare etmeye çalışıyor. İkincisi, NATO üyesi ülkeler arasında yaşadığı çıkar farklılaşmalarına dayalı bir takım sorunlu alanlar olması. Örneğin Fransa, bir yandan NATO içerisinde Türkiye’ye karşı politikalar gerçekleştirirken öte yandan NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia eden bir aktör. Oysa 2017 yılına döndüğümüzde S-400 satın almasını Türkiye'nin egemenlik hakları çerçevesinde kendi iradesine bırakılması gereken bir karar olarak değerlendiriliyordu. Yani konjonktürel şartlarla pozisyon alan NATO üyeleri kurumsal işbirliğine zarar veren bir dönemi geçirdi NATO. Bugünkü noktada S-300’leri kullanan NATO üyesi ülkeler olduğunu biliyoruz, en bariz örneği Yunanistan. Bunun yanında iki NATO üyesi ülke var. Türkiye ise, S-400’lere sahip dünya genelinde Rusya’nın dışındaki üç ülkeden birisi ancak bu durum NATO’ya rağmen veya NATO’nun karşısında yeni bir eksen kurma amacıyla geliştirdiği bir stratejik veya askeri girişim değil. Bu tamamen Türkiye’nin Güney sınırlarından algıladığı tehdide yönelik bir savunma konsepti geliştirilmesi ile alakalı. Şimdi ABD ile Türkiye’nin ortak noktada buluşmaya yönelik adımlar attığını görmekteyiz. Yazılımı Türkler elindeyken NATO bünyesinde ortak bir yönetim mekanizması geliştirilmesi gibi seçenekler, Türk ve ABD'li taraflar arasında çözüme kavuşturulacak gibi durmaktadır. Yine Biden da CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası) yaptırımlarından kısmen vazgeçeceği sinyalleri verildi. Ama halen ABD - Türkiye ilişkilerinde güven sorunu gerek karar alıcılarda gerekse de kamuoyunda aşılabilmiş değil. Bu nedenle S-400’lerden F35 projesinden veya Karadeniz'den Doğu Akdeniz’e Kafkaslar’a kadar var olan sorunlu alanlardan ziyade temel problematik bu güven sorununun aşılması ve müttefiklik ruhunun yeniden tesis edilmesi olmalı.

Ortak görüş: YPG sorununa kısa vadede çözüm beklenmemeli

VOA: Türkiye - ABD arasındaki Suriye’deki PYD-YPG varlığına bakışta değişim olabilir mi? Bu bağlamda en son Mahmur Kampı nedeniyle yaşanan anlaşmazlık nasıl yorumlanmalı?

Prof. Dr. Bağcı: ABD zaten PKK’yı bir terör olarak listesine almış durumda. YPG konusunda ise ABD’nin geri adım atacağını düşünmüyorum. Çünkü YPG, ABD için Suriye’de IŞİD ile mücadelede bir yerel güç konumunda. Askeri ve ekonomik anlamda destekliyor. ABD’nin YPG’yi desteklemekten en azından şu aşamada vazgeçeceği işareti yok. Yani YPG’yi desteklemeye devam edecekler ve YPG’nin Suriye’deki gelişmeler açısından Beşar Esad hükümetiyle müzakereler önümüzdeki günlerde devam edecek. Türkiye açısından ise YPG ve PKK teröristtir, Türkiye bu konuda ısrarcı kalmaya devam edecek ama bu konu çözümlenmeyecektir. Türkiye ve ABD bu konuyu ayrı bir paket olarak başka zaman tartışacaklar. Irak’taki Mahmur Kampı ise Türkiye açısından PKK’nın askeri üssüne dönüştü. Birleşmiş Milletler’in nezdinde bir kamp olduğu için müzakereler devam ediyor. Türkiye, Mahmur’da konuşlanmış olan PKK’lıların teslim edilmesini istiyor ancak Birleşmiş Milletler ve Irak hükümeti buna yanaşmıyor. Ortada bir sorun var.

Dr. Çelik: Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu politikalarında geleneksel müttefiklerinden uzaklaştığı görüldü. Türkiye’nin terör örgütü olarak kodladığı ancak ABD’li karar alıcıların ise yerel direnişçi olarak adlandırdığı yapılarla ilişkiler tesis edilmesi, ABD’nin geleneksel müttefiklerinden uzaklaştığını bize gösterdi. Bugün ABD açısından maliyetleri olan bir tercih olduğunun farkında varıldı. Daha önce Trump yönetimi, başkanlık makamı üzerinden bunu zikretmeye çalıştı CENTCOM veya Pentagon’daki dirence rağmen. Biden yönetiminde ise, örneğin en son Türkiye’nin Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği operasyon ABD’ye rağmen gerçekleşmiş bir operasyon olarak ele alınmamalı. Suriye'de hava sahasına hakim olan Rusya olduğu gerçeği ortada olduğu gibi Kuzey Irak’ta da ABD’nin bu gücü elinde tuttuğu bilinmekte. Dolayısıyla zımni bir şekilde ABD, Türkiye’nin terör örgütüne yönelik operasyonda kapı araladığını görmekteyiz. Bu da ilişkilerin aslında normalleşmeye başladığının bir göstergesi. Suriye’de YPG konusu ise kısa vadede tamamen ortadan kalkacak gibi bir sorun değil fakat uzun vadede ABD’nin yine geleneksel müttefikleriyle pragmatik ve rasyonel bir ilişki sistematiğini gerçekleştireceğini beklemekteyiz. Çünkü Afganistan jeopolitiğine bakıldığında NATO’nun veya ABD’nin çekilmeden ardından Türkiye’nin oradaki varlığına önem vermesi ve işte Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin Türkiye’ye verilmesi teklifleri de bunun işaret fişeği olarak da ele alınmalıdır.

İnsan hakları ve demokrasi endişesi ne olacak?

VOA: ABD’nin ve Biden’ın Türkiye’ye yönelik insan hakları ve demokrasi eksenindeki yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Bağcı: ABD’nin Türkiye’ye yönelik insan hakları konusundaki ihlaller açısından her zaman bir şüphesi, endişesi vardı. Biden yönetimi bunu biraz daha fazla gündeme getirebilir ama sonuç itibariyle Türkiye halen bir demokratik sistemle yönetiliyor, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Türkiye NATO üyesidir, Avrupa Birliği ile müzakere etmektedir. Var olan insan hakları ihlalleri ile ilgili olarak da sadece ABD ile Türkiye arasında değil uluslararası mekanizmalar ve yargılama var. Zaten oralarda Türkiye bir şekilde kendi çıkarlarını savunuyor veyahut da kendisine yönelik suçlamalara cevap veriyor. ABD’nin Türkiye’deki insan hakları ihlalleri tartışmalarında tek başına çözücü olması söz konusu değil.

Dr. Çelik: Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde en sorumlu alan temel insan hakları konusu olarak karşımıza çıkıyor ve bunun merkezine de özgürlükleri yerleştiriyorlar. Mesela İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin önderliğinde ve girişimleriyle gerçekleşmiş uluslararası bir projeksiyon. Hukuki anlamda meseleye bakıldığında Türkiye tarafı olmasa dahi İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna aykırı bir hukuki sistem tesis edemez. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nde ele alınan konular temel insan hakları. Bu nedenle Türkiye’nin hukuk düzeninden çıkması mümkün değildir. Zaten ulusal mevzuata bakıldığında da İstanbul Sözleşmesi’ne yakın birtakım düzenlemelerin olduğunu görmekteyiz. Türkiye’nin bunu iyi bir şekilde Batı’ya anlatması gerekir. Maalesef Türkiye’nin en büyük sorunu tezlerini ve gerekçelerini doğrudan hem Batı kamuoyuna hem de karar alıcılara doğru bir şekilde ulaştıramaması. Bu bağlamda ABD ile olan ilişkilerde Türkiye’nin lobilere daha fazla ağırlık vermek suretiyle ABD kamuoyunda haklılığını anlatacak mekanizmaları harekete geçirmesi gerekir. Bu durum ABD’deki karar alıcıları da pozitif yönde etkileyecektir.

VOA