Türkiye-Batı ilişkileri: Stratejik otonomi bitiyor mu?

TÜRKİYE-BATI İLİŞKİLERİ VE STRATEJİK OTONOMİ 

Türkiye-Batı ilişkileri: Stratejik otonomi bitiyor mu?




Türkiye-Batı ilişkileri: Stratejik otonomi bitiyor mu?

Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı E. Fuat Keyman “Çevreyi ya da tarihsel bağlamı hatalı okuyarak yaratılan ‘oyun bozucu, oyun kurucu Türkiye’ ve onun ‘stratejik otonomi’ düşüncesine dayanan dış politikası geçerliliğini kaybetmiş durumda” diyor.

2017-2018 yılında Türkiye’nin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve AK Parti-MHP arasında kurulan Cumhur İttifakıyla yönetilmeye başlamasıyla birlikte dış politika vizyonu olarak uygulamaya sokulan “stratejik otonomi” kavramının 2021 yılında hızla geçerliliğini kaybettiğini gözlemliyoruz. 

Niye? 

Stratejik otonomi, (a) yumuşak güç yerine sert güce dayanan; (b) askeri alanı ön plana çıkartan; (c) bölgesel lider-küresel aktör olma iddiası taşıyan; (d) dış politikada ana ekseni olmayan ve bağımsız ulus devlet temelinde hareket eden; (e) aktif küreselleşme yerine esnek ittifaklar ve ilişkiler yoluyla seçici küreselleşmeyi tercih eden; (f) başta Amerika-Rusya ilişkisi olmak üzere büyük güçler arası ilişkilerde “dengeleme” amacını güden; (g) güvenlik ve ekonomiyi demokrasiden önce gören; ve (ı) devlet bekası-lidere mutlak sadakat ilkesi temelinde hareket eden toplum yönetimi anlayışını benimseyen bir dış politika anlayışı ve uygulaması anlamına geliyor. 

Askeri harekatlardan savunma sanayinde yapılan atılımlara, stratejik otonomi, dış politika yapımında “kapasite”, “strateji” ve “çevre” boyutları arasındaki ilişkinin “sert güç ve caydırıcılık” temelinde uygulamaya sokulmasını amaçlıyordu. 

2017/8-2020 döneminde yapılan hamlelerden sonra, bu politika, 2020 sonundan başlayarak 2021 yılında hızla geçerliliğini kaybetmeye başladı. 

Türkiye, stratejik otonomi ile “grand strateji mi oluşturuyor” hayallerinin tersine, bu yıl içinde, bırakın stratejik olmayı, bölgesinde yaşanan gelişmelerin-sorunların çözümünde masada olmaya çalışan aktör konumuna geriledi. 

TÜRKİYE-BATI İLİŞKİLERİ VE STRATEJİK OTONOMİ 

Türk dış politikası üzerine çalışmalarını ve görüşlerini takip ettiğim Galip Dalay’ın, son dönem Türkiye-Batı ilişkilerini anlamamıza yardımcı olacak iki önemli saptaması var: 

Stratejik otonomi temelinde hareket edilirken hem Cumhur İttifakı, hem de ona yakın düşünce kuruluşları, uzmanlar, Cumhurbaşkanlığı Bilim Kurulu, gerek Batı-merkezciliğin bitişiyle Batı-sonrası dünyanın ortaya çıkışını eş anlamlı ve eş zamanlı olarak düşünerek, gerekse de Amerikan liderliğinin gücünü önemsemeyerek çevreyi doğru okuma noktasında hata yaptılar. Amerika’nın gücünü ve küresel liderliğini kaybettiği ve Batı-sonrası bir döneme geçildiği düşüncesiyle, bir taraftan dünya siyasetini, özellikle büyük güçler ilişkisini göz ardı ederek, diğer taraftan da Türkiye’nin gücünü ve dış politika “kapasitesi”ni abartarak, dış politikada, tek taraflı, yayılmacı ve sert gücü ön plana çıkartan hatalı ve abartılı “stratejik” kararlar aldılar. 

Stratejik otonomiyi savunanların hatası, bu dönemde bile, ne dünya Batı-sonrası dünyaydı, ne de başta Amerika olmak üzere bu aktörler etkilerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi. Bunun sonucudur ki, Trump’ın Başkanlık seçimlerini kaybetmesinden ve Başkan Biden döneminin başlamasından küresel ölçekte en fazla etkilen ülke Cumhur İttifakı yönetimindeki Türkiye ve Türk dış politikası oldu. 

Biden Başkanlığına hazırlıksız yakalanan Cumhur İttifakı, Türk dış politikasında geri adımlar atmaya ve dondurduğu ilişkileri tek taraflı olarak yeniden canlandırma çabasına girmeye başladı. Hala darbe hükümetiyle yönetilen Mısır ile ilişkileri canlandırma, bir taraftan olumluyken, diğer taraftan da, stratejik otonomi altında atılan adımların içerdiği ciddi sorunları ve ikilemleri gözler önüne seriyordu.   

Dahası, Murat Yetkin’in haklı vurgusu gibi, Başkan Biden’ın “24 Nisan Mesajı”na Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelen geç ve güçlü olmayan yanıt ve “24 Nisan fırtınasının çabuk dinmesi” stratejik otonomi döneminin bitmekte olduğunun bir göstergesiydi. 

Tüm bu gelişmelerin kesişim noktasında, stratejik otonomiyi savunanların küreselleşen dünya siyasetini “Batı-sonrası dünya” olarak hatalı okuması olduğunu söyleyebiliriz.  

Çevreyi ya da tarihsel bağlamı hatalı okuyarak yaratılan “oyun bozucu, oyun kurucu, bölgesel-küresel düzlemde güçlü ve lider Türkiye” ve onun “stratejik otonomi” düşüncesine dayanan dış politikası, bırakın “büyük strateji”ye yaklaşmayı; aksine bugün, geçerliliğini kaybetmiş durumda.    

ÜÇ TARZ-I BATI DÜŞÜNCESİ VE STRATEJİK OTONOMİ 

Dalay’ın, Türkiye-Batı ilişkileri temelinde yaptığı ikinci önemli saptama, Cumhur İttifakının sürdürmeye çalıştığı üç boyutlu Batı yaklaşımıyla ilgili.  

Yusuf Akçura’dan esinlenerek, “Üç Tarz-ı Batı Düşüncesi” diye niteleyebileceğimiz bu yaklaşım, Batı’yla ilişkileri (a) “bir fikir olarak Batı”; (b) “dış politika ana ekseni olarak Batı”, ve (c) “kurumlar olarak Batı” olarak sınıflıyor.   

Üç-Tarzı Batı’yla ilişki içinde, Dalay’a göre, Cumhur İttifakı, birinci ve ikinci boyutta Batı’dan kopmak, buna karşın, üçüncü boyutta Batı’yla ilişkiyi sürdürmek istiyor. Böylece, fikir ve stratejik vizyon temelinde Batı’dan kopulurken, minimum düzeyde olsa bile AB ve NATO gibi kurumlarla ilişki sürdürülmek, böylece uygulamaya sokulan stratejik otonomiyle Türkiye’nin, Amerika-Rusya ve Batı-Batı-dışı dünya ilişkilerinde ve en genelde büyük güçler arası ilişkilerde “denge kurma ve dengeleyici olma” olma amacının gerçekleştirilmesi isteniyor. 

Dalay’ın, Cumhur İttifakının Batı fikrinden ve dış politika ana ekseni olarak Batı’dan kopma, ama Batı kurumlarıyla, NATO ve AB ile ilişkiyi sürdürme stratejisini ortaya koyan çözümlemesinin, gerek son dönemde yaşanan Türkiye-Batı ilişkilerini, gerekse de dış politikada stratejik otonomi anlayışını anlamak için önemli ve yaralı bir açılım yaptığı düşüncesindeyim. 

Üç Tarz-ı Batı düşüncesini kısaca değerlendirelim. 

Şu soruyu soralım: Bir fikir olarak Batı’dan kopmak mümkün müdür? Tarih boyunca iç içe yaşanmış bu coğrafyada Batı eleştirisi yapmak Batı’dan kopmak anlamına mı gelmelidir? 

Cumhur İttifakının kuramsal dil kullanan belki de tek üyesi İbrahim Kalın, son yüz elli yıllık modernleşme tarihini “yanlış kurgulanmış bir tarih” olarak tanımlayıp, “yerli ve milli bir içe dönüş”ün gerekli olduğunu son dönemde sıklıkla söylüyor; Batı’dan kopan bir tarihi yeniden yazma gerekliliğinden bahsediyor. 

Sanki saf ve özü olan bir tarihe sahip olmak ve kendine dönük ve bağımsız tanımlanabilecek bir kimlik, bir benlik, bir mekân kurmak mümkünmüş gibi. Bu, ancak, milliyetçi ideoloji içinde üretilmiş Ben-Öteki ayrımı yoluyla mümkün olabilir. Ama, bu mümkünlüğün kendisi, kuramsal ya da felsefi değil, aksine siyasi-ideolojik bir manevradır.  

Zaten böyle olduğu için, Batı fikrinden kopmak siyasi bir tercihtir. Ve altını çizelim, bu tercih, Türkiye genelinin değil, sadece Cumhur İttifakının yaptığı siyasi-ideolojik bir tercihtir.  

DIŞ POLİTİKA İÇ POLİTİKA OLUNCA 

Dalay’ın, biraz da kendi görüşlerimi de katarak yukarıda açımladığım iki saptamasıyla taşlar yerine oturuyor, bize tutarlı bir başlangıç noktası veriyor.  

Stratejik otonomi, her ne kadar dış politika vizyonu olarak uygulamaya sokulsa da, daha çok Cumhur İttifakının iç politika kurgusuna ve gereksinimlerine katkı verme işlevini görüyor. 

İbrahim Kalın’ın yerli ve milli, özcü, ve anti-Batı tarih, kültür, ve modernleşme okuması da, iç politikada dokunmaya çalışılan “Türk-İslam Sentezi” düşüncesini güçlendirmeyi amaçlıyor; bilimsel-kuramsal değil, ideolojik-siyasi bir tercihi dile getiriyor.   

Bu noktada şu saptamayı yapabiliriz: dışarda stratejik otonomi, içerde Cumhur İttifakının seçim kazanması ve gücünü konsolide etmesi için “devlet” ve “sadakat” temelinde bir yönetim tarzı, ve onun Üç Tarz-ı Batı düşüncesi, son dönemde yaşanan gelişmeleri açıklamada yararlı bir pencere açıyor.   

Fakat, tüm çabalara rağmen, Cumhur İttifakı için başarıdan çok, aksine, ciddi sorunların ve zorlukların ortaya çıktığı bir dönem başlıyor. 

Cumhur İttifakı, ne stratejik otonomi, ne de toplum yönetimi alanında istediği sonuçları alıyor; 

Dış politikada geri adım atıyor; 

Masada olmak için ahlaki ve insani temelde götürdüğünü söylediği Mısır, İsrail, ve Suudi Arabistan ilişkilerini bile düzeltme çabasına giriyor; 

Listeyi uzatabiliriz. 

Tam da, küreselleşen dünyanın, ve özelde Batı’nın, “güvenlik-ekonomi-demokrasi-iklim dörtgeni”nde kendisini yeniden yapılama sürecine soktuğu bir zamanda… 

Marks’ın hayaletinin bizlere, “tarihi aktörler yapar; ama kendi seçtikleri koşullar altında değil” saptamasını hatırlattığı bir anda… 

FUAT KEYMAN KİMDİR?  

Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve öğretim üyesidir. Aynı zamanda İstanbul Politika Merkezi (İPM) direktörü ve Türkiye Bilim akademisi üyesidir.  

Çok sayıda uluslararası düşünce kuruluşunun ve akademik derginin danışma kurulunda bulunan ve 2013 yılında başlayan Çözüm Süreci’nde Akil İnsanlar Komisyonu üyesi olarak da görev yapan Keyman; demokratikleşme, küreselleşme, uluslararası ilişkiler, sivil toplum ve Türkiye’de devlet-toplum ilişkileri üzerine çalışmalar yürütmektedir.  

Yurt dışı ve içinde yayımlanmış çok sayıda makaleye imza atan Keyman’ın, Hegemony Through Transformation: Foreign Policy, Identity, and Democracy in Turkey (Dönüşüm Yoluyla Hegemonya: Türkiye’de Dış Politika, Kimlik ve Demokrasi), Symbiotic Antagonisms: Competing Nationalisms in Turkey (İç içe Çatışmalar: Türkiye’de Milliyetçilik) isimli kitapları da bulunmaktadır. 

KARAR