Türkiye- NATO ilişkileri

Türkiye, 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya katıldı.

Türkiye- NATO ilişkileri


Türkiye- NATO ilişkileri

Murat Ülker yazdı...

Bugün oldukça güncel bir konuya yakından bakalım diyorum.  Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü / North Atlantic Treaty Organization yani NATO’ya 70 yıldır üye. Bu süre zarfında önce  Kore Savaşı ve sonrasında Asya ve Avrupa’da pek çok savaş meydana geldi. Soğuk savaş sona erdi denildi, hatta tarihin sonudur bu, artık tek kutuplu bir dünya var denildi. Ama gelin görün ki şu anda  Avrupa Birliği’nin burnunun dibinde korkunç bir savaş sürmektedir. Ne zaman biteceği de meçhul! Kimine göre savaşın sebebi Nato, kimine göre topyekün savaşı önleyen Nato.

Peki Nato’da iki ortak Türkiye ve Amerika’nın ilişkilerindeki sorunlar, Nato’yu nasıl etkiliyor? Bunun cevabını vermeden  önce şunu belirtmekte yarar var; işlerin bu hale gelmesindeki sebep, kimine göre Türkiye’nin dış politikadaki  yanlış adımları, kimine göre  Türkiye’nin bağımsız politikalar izlemesi. Türkiye’de muhalefet yanlıları birinci, iktidar yanlıları ise ikinci önermeyi destekliyor. Politik olaylar zincirinin, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini etkilediği söylenebilir. Öte yandan, Türkiye’nin özellikle 2016’dan sonra daha bağımsız, başına buyruk denilebilecek bir dış politika izlemeye başladığı, eski hatalarından yavaş yavaş sıyrıldığı bazı konular da görmezden gelinemez.

Tabii ki  bu politik savları tartışacak veya karar alacak konumda değilim. Benim  ilgilendiğimiz husus, bu konunun  iş iklimine tesiri ve gelecek tahminidir. Sizi mücehhez kılmak için bazı görüşleri özetledim. Umarım işinize yarar.

Bu yıl 73’üncü yılını kutlayan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü / North Atlantic Treaty Organization), İkinci Dünya Savaşı’nın enkazı üzerine, 4 Nisan 1949 yılında kuruldu. Büyük bir askeri ittifak olan 30 üyeli NATO’nun merkezi Belçika’da. İlk kuruluşu Kuzey Atlantik Antlaşması’na dayanarak 12 ülke tarafından yapılmıştı. Yaklaşık 2.5 milyar Avro Teşkilat Bütçesi ile dünyanın en büyük askeri teşkilatı olma özelliğine sahip (https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_67655.htm). Temel ilkesi, örgüt üyelerinden herhangi birine bir dış güçten gelebilecek saldırıya karşı ortak savunma yapmaktır.

Nato ilk defa gücünü 1950deki Kore Savaşı sırasında ortaya koydu ve daha çok ABD’nin yönlendirmesi ile hareket ediyordu. 19 Mayıs 1955te Sovyetler Birliği, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Doğu Almanya’nın imzaladığı  Varşova Paktı ise karşı siyasi hamle olarak planlanmıştı. Bu süreçle Soğuk Savaş dönemi başlamış oldu.

Fransa, nükleer girişimlerine karşı politikası sebebiyle 1966da NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir.

Türkiye, 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya katıldı. Katılım belgesini dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar imzaladı. Aynı yıl Yunanistan kuruluşa kabul edildi. Kore Savaşı’nda etkin rol üstlenen Türkiye’nin NATO ile ilişkileri bugüne kadar inişli çıkışlı devam etti. Türkiye’nin bir diğer NATO üyesi olan Yunanistan’la Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege adaları ve Kıta Sahanlığı üzerindeki süregelen anlaşmazlığı diğer dikkat çeken bir husustur.

3 Ekim 1990da iki Almanya’nın birleşmesi hem NATO hem de Varşova Paktı ülkelerinin varlığının sorgulanmasına sebep oldu. 1991de Mihail Gorbaçov’un siyasi tercihi ile Sovyetler Birliği’nin dağılması paktın sonunu getirdi. NATO bu gelişmeyi fırsat bilerek Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde büyümeye başladı. Bu büyümeye rağmen askeri harcamalarını yüzde 34’ten yüzde 21 seviyesine düşürdü.

Acaba Rusya’nın itirazına rağmen 2017’de Karadağ’ın NATO’ya alınması sırasında yaşanan gerilim bugünlerin habercisi miydi?

 TÜRKİYE NATO İLİŞKİLERİ

Türkiye’nin  Soğuk Savaş sonrası örgüt ile ilişkilerini Arap Baharının Suriye’de iç savaşa evrilmesine kadar olan dönemde yeni NATO Konsepti çerçevesinde hassas bir şekilde yürüttüğünü biliyoruz. Ancak, 2011’de Suriye iç savaşının başlaması ve DAEŞ’in ortaya çıkmasıyla birlikte ABD’nin YPG ile işbirliği içine gireceğini açıklaması Ankara’nın şiddetli karşı koyması ile sonuçlandı. Dış basındaki Türkiye’nin NATO içindeki uyumsuz görünümü, diğer dominant üyelerin Ankara’nın kendi ulusal çıkarlarını düşünerek NATO siyasetinden bağımsız, kendinden emin (assertive) dış siyasetini kaldıramadıklarından kaynaklanmış olabilir.

 70. YILINDA TÜRKİYE'NİN NATO BAĞLANTISI

Yakın geçmişte ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı “çevreleme”(containment) stratejisiyle, Türkiye’ye gereksinim duymaya başlamıştı. Darbe sonrası 1961 Anayasasının sağladığı özgürlük ortamı, Türk Dış Politikasının ve Türkiye’nin ABD ile denetimsiz ve belirsiz ilişkileri Türk kamuoyunda “kullanılıyoruz” duygusu ve kaygısı yarattı.

İlk önemli olgu, Johnson Mektubunda; “NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim” sözlerinin yazılmış olmasıydı..

Yine yakın tarihte bir krizin önlenmesi için  Kennedy’nin kardeşi Robert Kennedy ile Sovyetler Birliği’nin Washington Büyükelçisi Dobry’nin arasında yapılan gizli görüşmelerin sonucunda Rusya’nın Küba’ya füze yerleştirmekten vazgeçmesi, buna karşılık Amerika’nın da Türkiye’ye konuşlandırdığı Jüpiter füzelerini geri çekmesi kararlaştırıldı. Amerika’nın Türkiye üzerinden böyle bir taviz vereceği İsmet İnönü’nün başkanlığındaki Türk Hükümetine önceden bildirilmemiş ve Türkiye’nin onayı alınmamıştı. Bu gelişme İttifakın güvenilirliği konusunda kaygı uyandırdı.

İkinci önemli olgu, bir müttefik olarak ABD’nin 1975-79 silah ambargosuyla karşılaşmış olmamızdı. Halbuki bizim ulusça haklılığımıza inandığımız 1974 yılında geniş tabanlı koalisyon döneminde gerçekleştirilen ve gerek siyasi gerek insani gerek hukuki boyutları itibariyle haklılığı tartışılmayacak olan Kıbrıs Barış Harekatı, NATO ülkelerinden beklediğimiz desteği görmedi. Bundan sonra kendi savunma olanaklarımızı üretmemiz gerekiyordu.

İleride Soğuk Savaş’ın yeni bir evresine, Yumuşama (Detente) dönemine giriliyordu. NATO stratejisi de “Topyekûn Karşılık”tan (Massive Retaliation), “Esnek Karşılık” (Flexible Response) şeklinde evrildi. Ama artık Batı’nın bütüncül çıkarlarıyla Türkiye’nin kendisine özgü çıkarları arasındaki farklılık, Türk Dış Politikasında esaslı değişime yol açmıştı.  En önemlisi, şimdiye kadar “Türkiye’nin hak ve çıkarları Batı’nın çıkarlar bütününün bir parçasıdır” diye düşünen karar vericiler, artık “Türkiye’nin hak ve çıkarları mutlaka Batı’nın çıkarlar bütünü içinde yer almaz; Batı’nın bütüncül çıkarları içinde olmayan, ama bunlarla çelişmesi de gerekmeyen, kendimize özgü ulusal çıkarlarımız vardır” diye düşünmeye başlayacaklardı.

İlk temel politika değişiklikleri olarak, Üçüncü Dünya ve bölge devletleriyle ilişkilerimiz yeniden düzene konulmaya başlanmış; Sovyetler Birliği ile ideoloji temelli yaklaşımlar bir yana bırakılarak Sovyet kredisi ve teknolojisiyle kurulan temel sanayi tesisleri Türk ekonomisine kazandırılmıştır. 1979da Sovyetlerin başarısız Afganistan işgali girişimi ve 1980de Reagan Yönetimi’nin ABD’yi yeniden Soğuk Savaşın ilk dönemine döndürmesiyle, 1980ler bir önceki on yıldan farklılaşıyordu. Bir yandan “Yeşil Kuşak” stratejisi uygulanırken, öte yandan ABD Yönetimi, hayali bir “Yıldız Savaşları” balistik füze karşıtı projesiyle, Sovyetler Birliği’ni altından kalkamayacağı uzayda yeni bir silahlanma yarışına itiyordu.

ÇOK YAKIN GEÇMİŞ VE BUGÜN

Son on yılda uluslararası alanda kendi gerçeklerinin farkında olan Türkiye, bölgesinde ABD’nin peşinden sürüklenmenin getirdiği yalnızlık konumundan kurtulabileceğini tasarlayarak, buna uygun adımları atmaya çalışıyor. Teröre karşı mücadelemizde, bölge politikamızda, Rusya Federasyonu ile ilişkilerimizde, Doğu Akdeniz’de Türk Mavi Vatan’ının karşısında oluşan cephenin üstesinden gelme konusunda, Suriye ve Mısır konusunda olduğu gibi yeni adımlar atıyoruz.

Rusya’nın itiraz ve uyarılarına rağmen neredeyse bütün Doğu Avrupa ülkeleri NATO üyesi yapılmıştır. Böylece, bugün, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan dışındaki Doğu Avrupa devletleri NATO’ya üyedir.

ABD’nin temel strateji belgelerinde birincil tehdit unsuru Çin Halk Cumhuriyeti, hemen onun ardından gelen ise Rusya Federasyonu. Hatta, ABD’nin Rusya’yı Çin tehdidinin tamamlayıcısı olarak gördüğünü söylemek yanlış olmaz.

“Ara Dönemin” sonuna geliniyor. Artık yeni bir soğuk savaş evresine girildi. Rusya Ukrayna’yı silahla bölünmeye sürüklerken, öte yandan ABD ve AB;  Rusya’ya ve Rus vatandaşlarına uyguladıkları yaptırımları gittikçe genişletip, özel mülkiyetin “kutsallığını” ve kendi devletlerinin güvenilirliğini ortadan kaldıracak adımlar atıyorlar.

Eğer karşı hamle olarak Çin, Hindistan, Rusya cephesinden uluslararası ticareti ABD Dolarından arındırma çabaları başarıya ulaşırsa, küreselleşmeye gidiş, tümüyle tersine çevrilmeyecek midir?

Türkiye, son bunalımda yerinde bir “aktif yansızlık” politikasıyla, en doğru yönü seçmiştir, diyebiliriz. Artık NATO üyeliğimizin gerçekçi bir bakış açısıyla ve geçmişin bize öğrettikleriyle değerlendirilerek sürdürülmesi yararlı olacaktır. Büyük çoğunluğu Avrupa Birliği’ne de üye olan Avrupalı NATO ülkelerinin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine  karşı son yıllarda izlediği olumsuz tutumların NATO’nun dayanışma ilkesiyle bağdaşmadığı da açıktır.

Son yıllarda Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma füzeleri alması Amerika ile ilişkilerimizde ciddi tartışmalara yol açtı. Bu füzelerin NATO sistemiyle uyumlu olmadığı gerekçesiyle ABD füzelerin alımından vazgeçilmesini ısrarla istedi. Halbuki mazeretimiz vardı. Türkiye teknoloji transferi ve yazılım gibi konulardaki talepleri kabul edilmediği için Rusların ürettiği S-400 füzelerini almak zorunda kalmıştı. Türkiye’nin bu kararı üzerine ABD  evvelce 100 uçağın satışı ve ortak üretimi konusunda antlaşmaya varılan F-35 uçaklarının tesliminden vazgeçti.

Her iki taraf da başka türlü davranabilir miydi? Bu iş kazan/kazan şeklinde sonuçlandırılabilir miydi? Belki artık çok geç, belki de siyasi işler böyle yürümüyordur.

Son zamanlarda ABD’nin bölgedeki stratejisinde görülen önemli değişiklikler göze çarpıyor. Kıbrıs Rum kesimine uygulanan askeri ambargoyu kaldırması, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi arasında başlatılan stratejik işbirliğine aktif olarak katılması ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz araştırmalarında Kıbrıs Rumlarına açık destek vermesi Amerika’nın bölgeye yönelik stratejisindeki değişimin işaretleri sayılabilir mi?

Boğazlarla ilgili Montrö Sözleşmesinin uygulanmasında birinci derecede sorumluluk taşıyan Türkiye hem NATO üyesi hem de savaşan Rusya ve Ukrayna ile  yakın ilişkiler içinde bulunması nedeniyle bir ateşkes antlaşması yapılarak çatışmaların durdurulması konusunda aktif bir rol oynamaya çalışıyor.

Ancak Rusya ve Ukrayna Savaşı ile yeni bir soğuk savaş evresi başlamadı mı? Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin veto hakkına sahip olduğu tek uluslararası örgüt olan NATO içindeki önemini bir kere daha ortaya koyuyor.

YAKIN GEÇMİŞİN BİLANÇOSU

Geçen yıllar dünya için mutluluk getirmedi. 1945-2000 dönemi ile ilgili olarak Londra’daki Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsünün verileri, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bu 55 yıllık sözde barış sürecinde dünyanın 90 ülkesinde 22 milyon 456bin kişinin yaşamını yitirdiğini ve bu süreçte tam 188 silahlı çatışma yaşandığını ortaya koyuyor.

Tek başına NATO’nun  yaptığı toplam harcamanın yaklaşık %60ını üstlenen ABD’nin önceki Başkanı Donald Trump’ın, 2018 yılı boyunca defalarca NATO’dan çıkmak istediğini gündeme getirdiği biliniyor. 2018 yılı içinde birçok anlaşmadan ve organizasyondan çekilen ABD’nin bu düşüncesini ne ölçüde gerçekleştirebileceği ayrıca analiz edilmesi gereken bir konu olmakla birlikte, NATO’nun kuruluşundan beri ilk kez ABD tarafından gündeme getirilmesi, ittifakın geleceğinin sorgulandığı anlamına gelir mi? Zaten Varşova Paktı’nın dağılmasını müteakip ortaya çıkan iyimser yaklaşımla artık tehdidin ortadan kalktığı ve savaşların dünya barışını tehdit edemeyeceği algısı NATO’nun işlevi hakkında ciddi sorgulamalara neden olmuştur. Bunun üzerine, NATO yeniden tehdit arayışları içine girmiş ve 2010 yılına gelindiğinde ortaya konulan yeni tehdit algılamalarına göre, Yeni NATO Stratejik Konsepti 29 Kasım 2010 tarihinde yapılan Lizbon Zirve’sinde kabul edilmiştir.

“Sovyetler Birliği’nin dağılması 20nci yüzyılın en büyük trajedisidir” diyen Putin, batıya hasmane bir tutum sergilemeden Rusya’nın çıkarlarına öncelik veren milliyetçi siyasete dayanan stratejik yaklaşımlarıyla öne çıkmıştır. NATO içinde örgütün kuruluş amacının Sovyetler Birliğinin yayılmacı emellerine karşı bir savunma olduğu ve Rusya tehdidinin ortadan kalkması ile artık işlevini yitirdiği konusu zaman içinde şiddetle sorgulanmıştır. Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un 2019 Kasım ayında Ekonomist dergisine verdiği mülakatta NATO’nun “beyin ölümünün gerçekleştiği” yönündeki ifadesi Rusya tarafından memnuniyetle karşılanmış ve “gerçeğin ifadesi” şeklinde yorumlanmıştır.

Ancak, 2008’de Gürcistan’ın Rusya tarafından işgali, 2014’de Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’da yaratılan kriz NATO’nun  bundan sonra Rusya ile karşı karşıya gelebileceğini ve bunun kaçınılmaz olduğu konusunu çarpıcı bir şekilde gündeme getiriyor. Velhasıl Putin NATO’yu hayata geri döndürmüştür.

Türkiye’de ise Soğuk Savaş Dönemi sonrasında Türkiye’nin uygulamaya karar verdiği Liberal Dış Politika, Ak Parti iktidara geldikten sonra üç dönem halinde incelenebilir:

Birinci Dönem, “Komşularla Sıfır Sorun“. İkinci Dönem, “Düzen Kurucu Ülke” (Order Instituting Country) stratejisi ile Batıdan Bağımsız Politika Uygulama Dönemi. Üçüncü Dönem ise, Suriye İç Savaşına Müdahil, ABD ve Batıyla uyumlu hareket etme kararı aldığı dönemdir.

 TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNİN NATO ÜZERİNE ETKİLERİ

Suriye Sorunu : Aralık 2015’te Cumhurbaşkanı Erdoğan DAEŞ’e karşı Suriye, İran, Irak ve Rusya tarafından kurulan dörtlü ittifaka davet edildiklerini ancak, Esad’ın dahil olması nedeniyle reddettiklerini açıkladı. Ankara 2016 yılından itibaren Rusya ve İran’la beraber Astana barış sürecine dahildir ve artık Esad’ın devrilmesi fikrinden vazgeçmiştir.

Libya Sorunu: Libya da Suriye gibi iç savaş ile Arap Baharının yaralarından biri haline gelmiştir. Moskova ile Ankara Libya’da karşı pozisyon almış durumdadır.

Güney Kafkasya: Ankara, Dağlık Karabağ sorunun çözümünde açık bir şekilde Azerbaycan’ı destekliyor. Rusya’nın Ermenistan’a gerekli desteği sağlamayacağını açıklaması üzerine sonuç Azerbaycan lehine çözüldü. Ancak Rusya Ankara’nın Mins Grubuna dahil olma isteğini engellemiş ve sorunun çözümünde Türkiye’nin ikincil bir rol üstlenmesini istemiştir.

Orta Asya: Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, 2010 yılında İstanbul Zirvesi ile kuruldu. Adı sonradan Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirildi ve bütün Orta Asya Türkçe dili konuşan devletler katıldı.

Ukrayna ve Karadeniz’de Durum: Sovyetler Birliği’nin yıkılışı sonrasında Türkiye’nin etkin olduğu Karadeniz, 2014 yılında Moskova’nın Kırım’ı işgali ile Rusya’nın etkinliğine geçmiştir. Ankara her ne kadar batının Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmıyorsa da Moskova’yı Kırım’ı ihlal etmesinden dolayı kınamaktadır. (AP 2020) Türkiye Rusya ilişkilerinde ilişkiler güncel ulusal çıkarlar doğrultusunda gelişiyor. Ankara halen tarafsız bir denge siyaseti uygularken, BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın kınanması konusunda yapılan oylamada “evet” oyu kullanarak, Moskova karşıtı bir tutum sergilemiştir.

NATO  ÜYESİ ÜLKELERLE ORTAYA ÇIKAN GERİLİMLER

Almanya ile Gelişen Sorunlar

Haziran 2016’da sözde Ermeni soykırımının Alman Parlamentosu tarafından tanınması üzerine Ankara Berlin Büyükelçisini geri çekti. Artan gerilim üzerine Ankara ve Berlin karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar, bu süreç Merkel’in Almanya’daki seçim öncesi Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını söyleyerek, Ekim 2017’de AB fonlarını keseceğini söylemesiyle sonuçlandı. Hem NATO hem de AB’nin güçlü bir üyesi olan Almanya ile ortaya çıkan bu gerilim Avrupa Birliği liderlerinin Türkiye’nin durumunu yeniden değerlendirmek için toplanmalarına neden oldu.

Avrupa Birliği ile İlgili Sorunlar  

Ankara’nın AB’ne tümüyle katılması ile ilgili 2005’te başlayan görüşmeler Haziran 2018’de demokrasiden geri adım, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü tanımama gibi gerçekler gösterilerek donduruldu.

Doğu Akdeniz Sorunu

Bir diğer anlaşmazlık konusu ise, 2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de doğal gaz kaynaklarının keşfiyle başlayan gerginlik. Elde edilen doğalgazın Avrupa’ya nakledilebilmesinin  en ucuz transfer yolu Türkiye üzerinden sağlanan imkanlarla olabilir. Ankara’nın Mısır ve İsrail ile ilişkileri yeniden rayına oturtmak için harcadığı çabalar dikkate alınırsa ileride bu projenin bir şekilde hayata geçirilmesi mümkün görünüyor.

Fransa ile Sorunlar

Fransa’nın Türkiye’ye karşı tepkisinin özünde Ankara’nın Afrika kıtasına açılması ve orada Fransa aleyhine olduğunu düşündüğü iyi ilişkiler kurması yatıyor şeklinde değerlendiriliyor.
 

DEĞERLENDİRME

NATO’nun Türkiye ile elle tutulan bir sorunu yok. Tersi durum Ankara için de geçerli. Sorunun ABD ve Avrupa Birliği üyesi ve aynı zamanda NATO üyesi olan ülkelerin NATO’yu bir koz olarak Ankara’ya karşı kullanma arzularından doğduğu değerlendiriliyor. Bunun temel nedeninin 2010 Yeni NATO Konseptindeki tehdit algılanmasının soyutluğundan geldiği düşünülüyor. Bu konseptte Rusya tehdit olarak algılanmayarak, bir takım somut olmayan unsurlar tehdit olarak kabul edilmiş ve uygulamaya konulmuştur. “NATO’nun Türkiye’ye ihtiyacı var mı?” sorusuna cevap ararken Ankara’nın  rahatsızlığını da göz önüne almak gerekir. Halen ilişkilerimiz Avrupa ülkeleri ile Fransa hariç rayına oturtulmuşken, Biden yönetimindeki ABD ile gerginlik devam ediyor.

Ancak  Vladimir Putin’in Başkan seçilmesiyle birlikte Rusya’nın uygulamaya başladığı dış politika değişti. 2008’de Gürcistan’ı işgali ve 2013 sonunda Ukrayna krizinin gündeme gelmesindeki rolüyle birlikte Moskova’nın NATO için potansiyel tehdit oluşturmaya başladığı üyeler tarafından göz ardı edildi ve tehdit algılanmasında bir değişim öngörülmedi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bütün dünya tarafından Rusya’nın yayılmacı emellerinin tezahürü olarak değerlendiriliyor. Karadeniz’in bir Rus denizi haline dönmesi ihtimali oldukça yüksek. Başkan Putin planlı bir şekilde eski Sovyetler Birliği kıtasal yapısını batıda Beyaz Rusya ve Ukrayna’dan başlayarak doğuya doğru genişlemeyi içeren süreçle oluşturma stratejisi içinde görünüyor.

Türkiye enerji ihtiyacı açısından Rus doğal gazına ve petrolüne bağımlı. Ancak, NATO’nun müdahil olması durumunda kendisine düşen görevi yapacağı konusunda işbirliğini BM Genel Kurulunda Rusya karşıtı oy vermekle gösterdi. Rusya’nın saldırgan siyaseti ve Çin ile işbirliği ile ABD’nin karşısında yer alması tehditin boyutunu Soğuk Savaş döneminden daha kapsamlı hale getirdi. Bu durum Türkiye’nin jeostratejik konumundan dolayı NATO için vazgeçilmez bir ülke olmasını dikte ediyor.

SAVUNMA HARCAMALARININ, NATO’NUN VE DİĞER ÜLKELERİN ULUSLARARASI İLİŞKİLERİNE ETKİLERİNİN EKONOMİ POLİTİK AÇIDAN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ

NATO Dünya tarihinde 30 ülkenin ordularının bir araya geldiği en güçlü silahlı organizasyondur. Aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde kurulan Varşova Paktı, Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra ortadan kalkarak, üyelerinin çoğunun NATO’ya katılmasıyla sonuçlanmıştır. NATO’nun asli görevi, politik ve asli vasıtalarla üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumaktır.

POLİTİK olarak, NATO demokratik değerleri destekliyor ve üyelerine sorunlarını çözmek, güven oluşturmak ve uzun vadede çatışmaları önlemek için savunma ve güvenlikle ilgili danışma ve iş birliği sunuyor. Askeri ittifaklar da devletler gibi kamu diplomasisi uygulamalarına ihtiyaç duyarlar. Bir yumuşak güç aracı olarak kamu diplomasisinin ve sert güç kavramı olarak ittifak kavramının bir araya gelmesiyle farklı hedef ve çıkarları olabilen devletlerin bir tehdit veya hedef doğrultusunda bir araya gelerek oluşturduğu ortak güvenlik sözleşme ve anlaşmaları olan ittifakların gelişen teknolojinin bilgiye erişim kolaylığı ve hızını arttırması ile birlikte, kamuoyu algı ve fikrinin yönlendirilmesine kamu diplomasisi denir.

NATO Kamu Diplomasisi Bölümü, ittifakın kamuoyundaki imajını güçlendirmek, ittifaka yönelik anlayışı, güveni ve ittifakı desteklemek için aktif olarak çalışmaktadır. Bunu NATO ve ortak ülkelerdeki çeşitli kişiler arası ilişkilerle ve dijital aktivitelerle, sürekli bir uluslararası güvenlik tartışması ve politika tasarımı sürecine katkıda bulunarak yapar.

Askeri olarak, NATO ihtilafların barışçıl yollarla çözülmesini kendisine görev edinmiştir. Diplomatik girişimlerin başarısız olması halinde, kriz yönetimi operasyonu düzenlemek için askeri güce sahiptir.

NATO kararları, ancak 30 üye ülkeden her birinin müşterek şekilde aldığı kararının neticesidir. Tüm kararlar oy birliğiyle alınır. NATO içinde 2006 yılında alınan kararlara göre üyelerin GSMH’nin %2’sine karşılık gelen savunma harcaması yapması bekleniyor. Ancak başta Almanya olmak üzere bir çok ülke bu kadar yüksek harcama altına girmektense ekonomik gelişmelerine harcamayı tercih etmişler. Aynı dönemde Türkiye’nin savunma harcama oranı %2,8 olmuştur. Türkiye dahil toplam 6 ülke (Türkiye, Fransa, ABD, Yunanistan, İngiltere, Bulgaristan) %2 üzerinde savunma harcaması yapmıştır.

En büyük savunma sanayi firmaları, ABD merkezli  “Defense News Top 100” 2021 yılı listesine göre 2020 yılında 551 milyar ABD doları kazanç elde ettiler. Bu bir önceki yılın ciroları baz alınarak her yıl yayımlanıyor. İlk 100 sıralamasında 50 ABD firması bulunuyor. ABD kendisinden sonra gelen 18 ülkenin toplam askeri harcamalarına yakın bir harcama yapıyor. Bu ülkelerden 14ü ile müttefiklik ilişkisinde iken sadece üçüyle; Rusya, Çin ve İran’la politik ve ekonomik anlaşmazlıklar yaşıyor. Bunu yaparken dünyanın en büyük silah üreticisi olma rolünü de sahipleniyor.

IMF verilerine dayanarak, Rusya askeri harcamalarının GSYH tabanlı SAGP oranları kullanılarak dönüştürülmesi halinde; 2019 yılında 65,1 milyar dolar görünen Rusya Savunma Harcamalarının 166 milyar dolar harcamaya eşit olduğu, Çin’in 261 milyar dolar olarak görülen 2019 askeri harcamalarının ise 500 milyar doların üzerinde bir değere karşılık geldiği değerlendiriliyor.

Son savaşta uygulanan ambargolarla, yeşermeye başlayan AB-Çin ekonomik iş birlikteliğinin Rusya üzerinden gelen kısmını, yani ABD’nin kontrolünde olmayan Çin’in Kuşak Yol İnisiyatifiyle Rusya üzerinden direkt olarak Almanya’ya bağlanan demiryolu bağlantısını kesmeyi başaran ABD, artık AB’nin ticari anlamda da bu aşama itibariyle kısmen kendisine yönelmesini sağlamıştır. Enerji açısından AB ve Rusya ilişkilerinde çok önemli bir yer tutacak olan Kuzey Akım 2 doğal gaz hattı projesi rafa kaldırılmış ve Rusya’nın içinde olmadığı yeni enerji çözümleri aranmaya başlanmıştır. Aslında Putin’in en büyük ve neredeyse tek önemli kozu GAZI KESMEKti. Ama uygulanıverdiğinde artık caydırıcı olmaktan çıkıp, bir kamusal hak mahrumiyeti olarak tarihe geçti ve bir rövanşı haklı kılabilecektir.

Putin’le yakın ilişkileri olmasına rağmen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın idaresindeki Türkiye’nin Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapması ve boğazları kapatması dünyanın bu konudaki endişelerini bertaraf etmiştir. Türkiye kendi politik ve ekonomik menfaatlerine uygun davranmaktadır.

Rusya harcadığı asker, silah ve mühimmatın ekonomik yükünü karşılamaya, eksilen her türlü malzemesini tamamlamaya muktedir güçte bir ülkedir. Ayrıca tüm kısıtlama ve yaptırımlara rağmen Rus rublesi gücünü,  değerini ABD dolarına karşı koruyarak göstermiştir. ABD, Rusya’yı AB ile gelişmekte olan ekonomik birliktelikten sertçe koparmayı başardı. Kutuplaşmaların derinleşmesini tetikleyen bu durum üzerine Rusya, artık ABD dolarıyla enerji satmayacağını duyurdu. Yazılı olmayan ama ABD için çok önemli olan enerji piyasasında dolar kullanımı kuralını kaldırmayı deneyen Irak, Venezuela ve Libya gibi bazı ülkelerin telafisiz hasarlar aldığı görülüyor. Şimdi buna yeltenen Rusya gibi nükleer güce sahip bir ülkeye ne gibi yaptırımlar uygulanacağı merak konusudur. Dünya ticaretinde ABD Dolarından başka bir para birimi kullanımının yayılmasını ABD nasıl karşılayacaktır? Dünyanın dış borcu en yüksek ülkesi ABD, zaten ticari anlamda savaş içinde olduğu en büyük rakibi ve en büyük ticari alacaklısı olan Çin’e koltuğunu kaptırmamak için bir sürü yeni yollara başvurabilir. Çin ise Rusya’dan sonra sıranın kendisine geleceği bilinciyle köklü siyasi, tarihi tecrübelerine ve kazandığı ileri teknolojinin getirdiği bilgilere dayanarak yeni politikalar üretebilir. Savunma alanında uyuyan bir dev olan Almanya’nın savunma harcamalarına hızlı dönüşünün bedelinin ne olacağı ileride görülecektir.

Velhasıl,

Başta dediğim gibi dış politika konularının işimize tesiri ve gelecek tahmini benim için önemlidir. Bu çerçevede birçok soru/cevap bulmaya çalıştım. Yararlandıysanız #mutluetmutluol

Yararlanılan Kaynaklar:

1-21. Yüzyıl Türk-Amerikan İlişkilerinde Yaşanan Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, Yar. Doç. Dr. Ersoy Önder, s.60-61 Avrasya Dosyası Haziran 2022

2-Türkiye’nin NATO’ya Girişinin 70. Yılı, Önsöz, Şaban Gülbahar, s.4-6 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

3-Yetmişinci Yılında Türkiye’nin Nato Bağlantısı, Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel, s.7-9,11-17 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

4-Türkiye Ve Nato, Dr. Onur Öymen, s.22-26 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

5-ABD Hegemonyasının Sonu Ve Nato’nun Varlığı, Doç. Dr. Fahri Erenel, s.47, 50, 51 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

6-Soğuk Savaş Sonrası Türkiye Nato İlişkileri Nereden Nereye Evrildi? Prof. Dr. Ali Serdar Erdurmaz, Prof Dr. Hüseyin Bağcı, s.53-55, 57, 58, 60-77 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

7-Savunma Harcalarının, Nato’nun Ve Diğer Ülkelerin Uluslararası İlişkilerine Etkilerinin Ekonomi Politik Açıdan İncelenmesi, Dr. Ömer Murat, s.85, 86, 88, 90-94 Avrasya Dosyası Mayıs 2022.

8-Nato Örneğinde İttifak Ve Kamu Diplomasisi, Mert Ünlü, s.100-102.

Murat Ülker 
Odatv.com