Türkiye vesayet yargısını gördü, cemaat yargısını gördü, siyaset yargısını yaşıyor; bunu da aşacaktır.
Yine yargı sorunu
Yine yargı sorunu
Sanatçı Gülşen’in tutuklanması, siyasallaşmış yargı sorunumuzun dışavurumlarından biridir. Gülşen’in İmam Hatipliler hakkındaki sözü çirkindir, kınanmayı hak etmektedir. Hiçbir camia hakkında böyle sözler söylenmemelidir.
Ancak eleştirilmeyi, kınanmayı hak eden her çirkin davranış, tutuklanmayı hak etmiş sayılamaz. Tutuklama kişi haklarını tahdit eden ağır bir tasarruf olduğu için modern devletlerde anayasa ve kanunlarla şartlara bağlanmıştır.
Anayasa’nın 19. Maddesi “tutuklamayı zorunlu kılan” hallerden bahsetmekte ve Anayasa Mahkemesi burada “zorunlu” kavramının altını çizmekte, tutuklama konusunda savcı ve hakimlerin “özgürlüklere özen gösterme yükümlülüğü” olduğunu belirtmektedir. Bu kararı Adalet Bakanı Bozdağ da okusun isterim. (11 Ocak 2018, B.No: 2016/16092)
OHAL YETKİLERİ
Bu tutuklama “zorunlu” mu idi? Tutuklamayı alkışlayan iktidar sözcüleri “zorunluydu” diyebilir mi? Tutuklanmasaydı savcının elindeki bant kaydını yok edip delil mi karartacaktı?! Bir yerlere saldırıp kamu düzenini mi bozacaktı?!
Burada son derece ciddi iki sorunumuz karşımıza çıkıyor:
Çirkin davranışlarımızı eleştirilerle düzeltme, zamanında özür dileyerek telafi etme gibi medeni davranışlar gelişmiyor, aklımıza hemen “cezalandırma” geliyor. Bu “söyletmen, vurun” geleneğinde güç kimdeyse o galip geliyor.
Güç deyince yargı çok önemli tabii. Takrir-i Sükûn kanunu, isyanı bastırmaktan ziyade muhalefeti susturmak için uygulanmıştı. OHAL yetkileri de darbecileri ayıklayıp adalete teslim etmenin ötesinde, YÖK Kanunu’nu, Seçim Kanunu’nu, adli mevzuatı, kamu kurumlarını “bizim” lehimize değiştirmek için kullanıldı.
Hakim ve savcı sınavlarında en az 70 puan almak lazımdı, 50’ye indirildi, sonra malum “mülakatlarla” binlerce hakim ve savcı alındı.
Hakim ve savcı yapılan Ak Parti’li avukatların listeleri yayınlandı…
Yüksek kaliteli bir sınavla her eğilimden hukukçular hakim ve savcı olabilmeli, “hukuk” fikri öne geçmeliydi.
HSK SORUNU
Gülşen hakkında tutuklama talebinde bulunan savcı, 2018 mezunuymuş, yıldırım hızıyla terfi etmiş. Özel kararnameyle Basın Suçları bürosunda görevlendirilmiş. Sezen Aksu’ya “dillerini keseceğiz, beyinlerine sıkacağız” diye bağıranları fikir ve ifade hürriyeti kapsamı içinde görmüştü.
Yargıdaki bir başka sorun, HSK’nın siyasi davranışlarıdır. Verdikleri kararlardan dolayı sürgün edilen hakim ve savcılar uzun bir liste oluşturur. HSK’nın iktidar yansılı bir kuruluş haline geldiği, artık uluslararası raporlara geçmiş bir gerçektir.
Bunlar bugün günlük eleştiriler, yarın tarihçiler ayrıntılarıyla yazacaklar ve hükmünü vereceklerdir.
EMİR VE TALİMAT…
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “yargıya emir ve talimat verilemez, telkin yapılamaz” şeklindeki anayasa maddesini okudu. Bu evrensel bir hukuk kuralıdır. AB sürecinde bizim Ceza Kanunu’muza da bir madde konulmuştu: “soruşturma ve kovuşturma” aşamasında savcı ve hakimleri “etkilemeye teşebbüs” suç idi. (Madde 277)
Fakat iktidar 18 Haziran 2014’te torba yasa ile madde metninden “soruşturma” kelimesini çıkardı! Bugün savcıya veya sulh ceza hakimine, kudret sahiplerinin “şunu tutukla, bunu bırak” diye emir ve talimat vermesi resmen suç değildir!
Bu yargı hakkında bir niyet beyanıdır!
2022 yılındayız, hâlâ değiştirilmemiştir.
Bu bakımdan Anayasa’nın “emir ve talimat verilemez…” maddesini okuyup durmanın bir anlamı yok.
Türkiye vesayet yargısını gördü, cemaat yargısını gördü, siyaset yargısını yaşıyor; bunu da aşacaktır.
Türkiye eminim ki evrensel hukuk yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve onun yargı kolu olan AİHM içtihatları anlamında bağımsız ve tarafsız yargıya da ulaşacaktır.
Gelişmiş ülke seviyesine çıkmanın başka yolu yok.
Zaten belli; bu iktidar o yolda reformlar yaparken kişi başına gelirimiz 12 bin dolara ulaşmıştı, kişisel yönetim (idare-i şahsiye) yoluna girmesi bizi 8 bin dolara düşürdü.
TAHA AKYOL / KARAR