Türkiye'de altın madenciliği: 'Zeytin ve ayçiçeği, eskiden en yoğun olarak görüldüğü yerlerde artık yok'
60 yıl sonra bile metal kirliliği
Türkiye'de altın madenciliği: 'Zeytin ve ayçiçeği, eskiden en yoğun olarak görüldüğü yerlerde artık yok'
- Asya Robins
- BBC Türkçe
Bu haber ilk olarak 28 Nisan 2022'de yayımlanmıştır.
Türkiye'de altın madenciliği 2001 yılında Bergama Ovacık madeninin kurulmasından bu yana tartışılıyor. Avrupa kıtasında en çok altın madenciliği yapılan ülkelerden bir tanesi olan Türkiye'de maden mühendisleri arasında fikir ayrılıkları yaşanıyor.
Bir taraftan siyanür gibi çeşitli zehirli maddelerin kullanımıyla gündemde olan madencilik yöntemlerinin insan sağlığı için risk oluşturduğu ve etkilerinin uzun yıllar boyunca sürmesi nedeniyle ekosistem dengelerinin tehlikeye atıldığı söyleniyor.
Diğer taraftan ise doğru yönetim ve denetim uygulamaları ile altın madenciliğinin güvenli bir şekilde yapılabileceği, hasar gören sahaların ise onarılabileceği ifade ediliyor.
Türkiye'de 2012'den bu yana maden ruhsatı için yapılan müracaat sayısı 20 binden fazla, bu süre içinde düzenlenen arama ruhsat sayısı ise yaklaşık 19 bin.
Peki altın madenciliğinin çevreye ve insan sağlığına etkileri nedir? Madenciliği ekolojik yöntemlerle yapmak mümkün mü? Türkiye'nin iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybıyla mücadelesinde madenciliğe ilişkin politikalarının muhtevası nedir? BBC Türkçe uzmanlara sordu.
Ekoloji üzerindeki etki aramadan ayrıştırmaya tüm etaplarda söz konusu
Altın madenciliği, geçtiğimiz haftalarda Erzincan'a bağlı İliç bölgesinde 2010'dan beri faaliyette olan, ancak son zamanlarda kapasite artışına gitmek isteyen Çöpler Altın Madeni ile tekrar gündeme geldi.
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu sonuçlanan Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret AŞ'nin büyüme talepleri, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin (TMMOB) dava açmasıyla yeniden değerlendiriliyor. Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen bilirkişi keşfinin sonuçları bekleniyor.
Öte yandan benzer şekilde kapasite artırımı başvurusunda bulunan Ordu'nun Fatsa ilçesindeki Altıntepe Madeni için geçtiğimiz günlerde ÇED değerlendirme toplantısı yapıldı ve şirketin talebi reddedildi.
Altın Madencileri Derneği'ne göre Türkiye'de 19 tane aktif altın madeni bulunuyor. Son 22 yılda ise 421 tondan fazla altın üretildi.
Uzmanlar, kayaçlarda bulunan ve bazen gözle görülmeyecek küçüklükteki altın parçacıklarının konumunu tespit etmek için ilk etapta yapılan arama ve sondaj çalışmalarıyla ekolojik yıkımın başladığını belirtiyor. Kimyasallarla ayrıştırma yöntemleri ve maden atıklarının doğa ile etkileşiminin ise bunu takip ettiğini söylüyor.
BBC Türkçe'ye konuşan TEMA Vakfı Çevre Politikaları ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Eylem Tuncaelli, Türkiye'de 2012-2018 yılları arasında maden arama ve işletme için tahsis edilen orman alanı miktarının 65 bin 884 hektar olduğunu söylüyor.
Tuncaelli, ülkede çok sayıda bölgenin madenlere ruhsatlandırıldığını, buralarda orman ve verimli tarım alanlarının tahrip edildiğini aktarıyor.
Tuncaelli, "Kaz Dağları yöresinin yüzde 79'u, içinde altının da olduğu dördüncü grup maden ruhsatlarının tehdidi altında. Yörede 2000'li yılların başından bu yana işletmeler 30'un üzerinde siyanürlü altın madenciliği projesini ilgili bakanlıklara sundu" diyor.
Su kaynakları kirleniyor, tükeniyor
Tuncaelli, madencilik faaliyetlerinin başlatıldığı bölgelerde gerçekleştirilen kazı çalışmalarının sonucu olarak yer altı sularının akış yönünün değiştiğini ve su miktarının azaldığını anlatıyor.
Tuncaelli, "Bugün Ordu, Fatsa ve Kütahya Kışladağ'da maden projelerinin çevresinde yaşayan halk, yaşamsal ihtiyacı için gerekli güvenli içilebilir suya ancak evlerine taşıdıkları damacana su ile erişebiliyor" diyor.
Kaz Dağları bölesindeki Kirazlı Altın Madeni'nin ÇED raporunda, madenin işletmede kalacağı 6 yıllık süreçte 2 milyon metre küp su tüketmesinin beklendiğini söyleyen Tuncaelli, bu rakamın 10 milyon 500 bin kişinin günlük su tüketimine eşit olduğunu belirtiyor.
YouTube paylaşımının sonu, 1
Uzun vadeli etkiler
Bazı uzmanlar, madencilik faaliyetleri müdahalelerinin doğada beklenmedik etkileşimlere ve tepkilere yol açtığını, kimyasal kullanımının ise geri alınamaz etkilerle sonuçlandığını belirtiyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Metalurji Yüksek Muhendisi ve TMMOB üyesi Cemalettin Küçük, en büyük sorunlardan bir tanesinin kazılan alanlardan çıkartılan ve metrelerce yükselen atık yığınlarının su ve hava ile etkileşimiyle asit oluşturması olduğunu, bunun etkilerinin görülmesinin bazı yerlerde 10 yıl sürebileceğini söylüyor.
Bugünlerde tek bir gram altına ulaşmak için bazı yerlerde 25 ton kayacın yerinden sökülmesi gerektiğini söyleyen Küçük, oluşan bu atık dağlarının maden faaliyetlerinin bitiminde ortamda olduğu gibi bırakıldığını ve toksik hale geldiğini bildiriyor.
Bunun sürdürülebilir bir yöntem olamayacağını söyleyen Küçük sözlerine şöyle devam ediyor:
"Örneğin Uşak Eşme'de altın madeni çalışmaya başladığında güçlü bir yağmur yağdı ve atık dağının yüzeyindeki kimyasal yapıyı tamamen değiştirdi. Bu, insanlarda zehirlenmeye yol açtı. Erzincan Çöpler Madeni'nde de atık dağının dibine badem ağacı dikmişler. 3 yıl sonra o ağaç kurur."
Geçmiş yıllarda Bergama ve Uşak gibi bölgelerde altın madenciliği faaliyetlerinin tarımı, endemik biyolojik çeşitliliği ve insan sağlığını ve yaşamını olumsuz etkilediğini söyleyen Küçük, TMMOB'nin Erzincan'da düzenlenen bilirkişi gezisinde tüm bu alanları temsil edecek ve değerlendirebilecek uzmanların bulundurulmasını istediğini, ancak bu talebin reddedildiğini anlatıyor.
Küçük, "Maden şirketleri madencilik faaliyetlerinin sosyolojik etkilerini ve halk sağlığı tehlikelerini değerlendirmeden işletmelerini kuruyor. Halbuki bunlar uzun süreli takip edilmesi gereken etkenler" diyor ve şöyle devam ediyor:
"Bugünlerde Bergama yakınındaki Bakırçay Ovası'ndan söz edemiyoruz. Türkiye'de pamuğun, tütünün, zeytinyağı ve ayçiçeği yağının en yoğun görüldüğü yerdi burası ve artık hiçbiri yok. Köylüler ise madende işçi olarak çalıştıktan sonra bölgeden göç etmeye başladı" diyor.
Siyanür sorusu
Maden Mühendisleri Odası'na göre dünyada altın üretiminin yaklaşık yüzde 85'inde siyanür kullanılıyor. Uzmanlar, siyanürün en etkili ve ekonomik yöntem olduğunu söylüyor.
Madencilik sürecinde kayaçtan elde edilen cevher siyanürlendikten ve içindeki altın ayrıştırıldıktan sonra geriye kalan siyanürlü atıklar su ile arındırılıyor ve atık havuzunda tekrar kullanılmak üzere tutuluyor.
Fakat bazı uzmanlar siyanürün atıklardan tamamen arındırılamadığını ve atık su depolarına karıştığını öne sürüyor, bu havuzlarda yaşanacak en ufak bir kazanın çok tehlikeli sonuçları olabileceğini söylüyor.
Maden şirketleri bu havuzların çok dikkatli bir şekilde yönetildiğini söylese de Birleşmiş Milletler Çevre Programına (UNEP) göre son 10 yılda 40'tan fazla ciddi ölçekte atık maden barajı kazası yaşandı, yüzlerce insan yaralandı ve temiz suya erişim sağlanamadı.
Jeoloji Mühendisleri Odası Trabzon Şubesi ise Türkiye'de de en son Kasım 2021'de Giresun'da bir madenin atık havuzunun patlamasıyla 4 bin 500 tondan fazla kimyasal atığın çevreye yayıldığını tespit etti.
Erzincan Çöpler Altın Madeni'nde çevre aktivistleri, atık havuzunda yaşanacak en ufak bir kazanın yakınındaki Fırat Nehri'ni zehirleyebileceğini söylüyor.
Diğer taraftan maden mühendisleri, siyanürün kayaçlarla temas ettiğinde hapsolmuş arsenik, kurşun ve çinko gibi zehirli ağır metalleri de hareketlendirdiğini belirtiyor, bunun çevre ve insan sağlığı için çok büyük bir risk olduğu yönündeki kaygılarını dile getiriyor.
Cemalettin Küçük, böyle bir vakanın daha önce Uşak'taki Kışladağ Altın Madeni'nde meydana geldiğini, madende kullanılan siyanürün kayaçlardaki ağır metalleri çözmesinin ardından yakındaki bir içme suyu tesisinde arsenik tespit edildiğini anlatıyor.
'Atık su denetleniyor'
BBC Türkçe'ye konuşan ve maden mühendisliği alanında akademisyen olan Dr. Caner Zanbak ise madenlerin doğru yönetildiği ve denetlendiği takdirde güvenli olduğunu belirtiyor.
Zanbak, ABD'de milyonda 10 parça olan siyanür kullanım limitinin Türkiye'de 2 olduğunu söylüyor, zehirli maddenin sadece tesis içinde kullanıldığı ve atık havuzuna giden sulardan mutlaka arındırıldığını ifade ediyor.
Zanbak "Türkiye'de atık havuzuna gönderilen su, maden şirketleri ve çevre bakanlığı tarafından içindeki siyanür, azot ve sülfürik asit gibi maddeler için analiz edilir" diyor ve devam ediyor:
"Atık havuzunda bulunan su buharlaştığında veya evaparatörle havaya verildiğinde siyanür havada iki metreden sonra yok olur, görülmez bile."
Madenlerin doğru yönetilmediği durumda çevre felaketlerinin yaşanabileceğine katılan Zanbak, Romanya'da 2000 yılında siyanürden arıtılmamış atık su barajının kış koşullarında yıkılması ve bölgedeki dere suyuna karışarak toplu balık ölümlerine yol açması örneğini veriyor.
Ancak Zanbak, siyanürün doğada bozulduğunu, etkisi geçtikten sonra doğanın kendini onarabildiğini ekliyor.
Halk sağlığı sorusu
Erzincan Çöpler ve Fatsa Altıntepe madenlerinin yakınındaki insanlar, madencilik faaliyetlerinde kullanılan kimyasalların sağlıklarını etkilemeye başladığını ve hastalık oranlarında yükseliş yaşandığı gerekçesiyle işletmelerin tamamen kapatılmasını talep ediyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Halk Sağlığı uzmanı olan Prof. Dr. Kayıhan Pala, madencilik faaliyetlerinin küresel ölümlerin yüzde 23'ünden sorumlu çevresel kirliliğe yol açtığını söylüyor.
Pala, çevreye toz, katı atık, ağır metal, kirli sıvı ve zehirli gazların yayılmasına neden olan madenciliğin yarattığı sağlık sorunlarının Türkiye'de sistematik olarak izlenmediğini, dolayısıyla bu konuda net veri olmadığını söylüyor.
Pala, hastalıkların meydana geldiğini ancak kamusal bir izleme ve değerlendirme sisteminin eksikliği yüzünden takip edilemediğini aktarıyor.
Pala, "Elimizdeki veriler, bu madenlerde bir kaza olması halinde ortaya çıkan sağlık sorunları ve araştırmacıların bulgularıyla sınırlı" diyor.
60 yıl sonra bile metal kirliliği
Geçmişte başlayan ve günümüze kadar devam eden bazı madenlerin uzun vadeli etkilerini görmeye başlıyoruz.
Prof. Pala, 20. yüzyılın başlarında kurşun, çinko ve gümüş madenciliği yapılan Balıkesir Balya'da yapılan bir araştırmaya göre bölgeden alınan topraklarda 60 yıl sonra ağır metal kirliliği tespit edildiğini belirtiyor.
Öte yandan Giresun Espiye'deki sülfürlü maden yatakları üzerine yapılan bir araştırma, maden atıklarının bulunduğu bölgeden alınan su örneklerinde yüksek asit ve metal özellikleri tespit ediyor.
Uzmanlar, bugünlerde yeryüzünden edinilen altının büyük bir kısmının uzun süre kullanılmadan atık haline geldiğini aktarıyor.
Yapılan araştırmalara göre 2014 yılında elektronik atıklardan elde edilen altın miktarı 300 tondu.
Dünyanın iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybı tehlikeleriyle karşı karşıya olduğu ve enerji kaynaklarını gözden geçirmek durumunda kaldığı bu dönemde madencilik politikaları da muhakkak gündemde olmaya devam edecek.
BBC TÜRKÇE