Türkiye’de yeni ekonomi politikası yüksek kurlar üzerine kuruluyor
"Ekonomide de tek karar verici Cumhurbaşkanı"
Türkiye’de yeni ekonomi politikası yüksek kurlar üzerine kuruluyor
Türkiye’de piyasaların beklentisinin aksine Merkez Bankası politika faiz oranında bir değişikliğe gitmedi. Ne oldu da "piyasa" bu kadar yanıldı? Ekonomist Yalçın Karatepe analiz etti.
Piyasalar son birkaç haftadır Merkez Bankası’nın (MB) bu hafta yapacağı Para Politikası Kurulu toplantısında bir faiz artırımına gideceği beklentisi içine girmişti. Artık piyasaların odaklandığı konu faizlerin artırılıp artırılmayacağı değil, hangi oranda artırılacağı idi.
Ortalaması 200 baz puana yakın faiz artırımı beklentisinde, 300 puanın üzerinde bile artışa gidebileceği konuşuluyordu. İçerde ve dışarda benzer beklenti yaygındı. Hatta Anadolu Ajansı bile faiz artırımı yapılacağı yönünde abonelerine haber geçiyordu. Bu beklenti o kadar güçlü bir hale gelmişti ki, faiz kararının açıklanmasına dakikalar kala bile dövizde satış işlemi gerçekleşiyordu. ABD doları 7.80’nin altına kadar geriledi.
Ancak piyasaların beklentisinin aksine MB politika faiz oranında bir değişikliğe gitmediğini duyurdu. Bu o kadar beklenmedik bir durumdu ki, bu kararın duyulmasını takip eden bir iki dakika içinde ABD doları 7,98 düzeyine kadar çıkarak tarihi zirve noktasını gördü.
Ne oldu da "piyasa" bu kadar yanıldı? Ya da piyasalar bu beklentiye nasıl kapıldı? MB’nin ekonomik göstergelere bakarak karar vereceği kanısı nasıl oluştu?
"Ekonomide de tek karar verici Cumhurbaşkanı"
Bu beklentilerin oluşmasındaki temel gerekçelerden birisi sanırım bir önceki toplantıda faizlerin artırılmış olması ve bunun da MB’nin, gerektiğinde bağımsız bir şekilde karar alacağının bir işareti olarak yorumlanmasıydı. Ama “iyimser beklenti” yaratma konusunda çok mahir olan piyasaların, ülkenin siyasi gerçeğini kabul etmeleri ve bununla yüzleşmeleri gerektiği yeniden ortaya çıktı.
Öncelikle, bu karar bize bir kez daha gösterdi ki Türkiye'de, diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomide de tek karar verici Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Onun izin vermediği bir kararın çıkması söz konusu değildir. Bir önceki faiz artış kararına bakarak "acaba merkez bankası kendi başına karar alabilir mi" diye düşünenler bir kez daha görmüş oldular ki, hayır alamaz. Murat Uysal’ın Başkan olarak atanmasıyla birlikte bağımsızlığın tamamen ortadan kalkmış olduğu kanısının pekişmesine yol açan bir gelişme oldu bu son karar.
Tercih edilen strateji nedir?
Bu durumda, aklımıza faizlerin artırılmasına neden izin verilmediği sorusu geliyor. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki eğer, MB faizi artırmış olsa idi bu, "piyasalar Erdoğan’ı yendi" olarak yorumlanacaktı. "Faizler düşmelidir ki enflasyon düşsün" iddiasında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan için büyük bir kayıp olurdu.
Bunun yanında, MB'nin faizlerde bir değişikliğe gitmeme kararı bize gösteriyor ki iktidar, kurların gelmiş olduğu seviyeden rahatsız değil. Türk Lirasının hızlı değer kaybetmiş olmasını belki de bir "avantaj” olarak görmeye başladılar. Uzun süre kurları düşük seviyelerde tutmak için izledikleri politikaların başarısız olduğunu görmüşlerdi. Faizleri düşük tutarak ekonomiyi canlandırmaya çalışırken, döviz rezervlerini de harcayarak kurları baskılayacaklarını düşünüyorlardı. Bir süre bu politikada "başarılı” oldular. Ama bunun ülkeye maliyeti rezervlerin tükenmesi, enflasyonun artması ve ardından da kurların yükselmesi oldu. Çünkü faizleri düşük tutarken kurları baskılayacak araçları kalmamıştı. Bir önceki ay yapılan faiz artırımı da aslında politika faizini ortalama fonlama maliyeti seviyesine çıkarmanın dışında bir etkiye yol açmamıştı. Kurlar yüksek seviyelerinde kalmaya devam etti.
Anlaşılan o ki, kurların bu seviyesi artık iktidarın rahatsız olduğu değil, tercih ettiği bir durumdur. Üstelik Türkiye’de bir erken seçim olmayacağı anlaşılıyor. Bir sonraki seçimlere kadar iki buçuk yıllık bir süre var. Bu süre içerisinde vatandaşlar da kurların bu seviyelerine alışır.
"İktidar yüksek kur seviyesinden rahatsız değil"
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın "artık rekabetçi kur politikası izleyeceğiz” açıklamasında da bunun işaretleri vardı. Bir taraftan mağlubiyetin ilamı yapılırken, diğer taraftan “madem kurları düşüremiyoruz o zaman bunun dış denge üzerinde olumlu etki yapacağı varsayımı üzerinden bir politika izleyelim” düşüncesinin baskın geldiği anlaşılıyor. Hatta Albayrak’ın "Ekim ayında 13 günde ihracatın ithalatı karşılama oranı %92,1’e çıktı" açıklaması da iktidarın yüksek kur seviyesinden rahatsız olmadığı anlamına geliyordu. Aslında bu haftaki "politika faizini sabit tutma" kararını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İktidar kurların gerilemeyeceğini, ama daha fazla da artmayacağını düşünüyor olmalı. Eğer kurlar bu seviyelerde devam ederse bunun, cari işlemler açığının zaman içinde azalmasına ve açığın kapanmasına bağlı olarak da kurlar üzerindeki baskıyı azaltacağı üzerine kurgulanmış bir politikanın hayata geçirildiği anlaşılıyor.
"Tipik bir IMF politikasına benziyor"
Aslında bu, tipik bir Uluslararası Para Fonu (IMF) politikasına da benziyor: madem cari işlemler açığınız büyük, o zaman paranızın değerini düşürün ki ödemeler dengenizde sorunlar yaşamayın.
Peki, bu politika beklenen sonucu verip cari açığı azaltır mı? İşte bu tam bir bahis konusu. Tahminim, azaltmayacağı yönünde. Başlangıçta ithalatta bir gerilemeye yol açabilir ancak ihracatta hemen artışa yol açamaz. İhracatı belirleyen tek faktör döviz kurlarınız değildir. Mal ihraç edeceğiniz ülkelerde sizin mallarınıza bir talep artışı olması gerekir. COVID-19 salgının dünyada ve Avrupa bölgesinde yeniden hızlandığı, pek çok kısıtlamanın hayata geçirildiği bir dönemde bizim daha fazla mal ihracat etmemiz aşırı iyimser bir beklenti olur.
Tüketim malları ithalatına olan talep düşse dahi, olası bir ihracat yükselişinin tetiklediği bir üretim artışının ithalat girdi talebinde artış yönünde etkisi olacaktır.
ABD seçimlerinin etkisi
Buna ek olarak, iki hafta sonra ABD Başkanlık seçimleri yapılacak. Bu seçimin sonucunun ne olacağını bilmiyoruz. Ama eğer, ABD’de yayınlanan anket sonuçlarına paralel bir seçim neticesi ile karşılaşır ve Joe Biden başkan seçilirse, bunun Türkiye açısından yaratması muhtemel olumsuz etkileri karşısında yeniden bir faiz artırımına gitme ihtimali olduğunu da belirtmek gerekir. Öyle bir durumda kurlarda yaşanması muhtemel artışa engel olmak için faiz artırımına alan da bırakılmış olabilir.
Sonuç olarak, MB'nin 22 Ekim 2020 tarihinde politika faizlerinde bir değişikliğe gitmeme kararı, bir taraftan kurların mevcut seviyesinden iktidarın memnun olduğunun bir işareti olarak görmek gerekirken, diğer taraftan ABD seçim sonuçlarına bağlı olarak faiz politikasında bir hareket alanı bırakma gayreti olarak da yorumlanabilir.
Yalçın Karatepe
Deutsche Welle Türkçe