Türkiye’de "yeni normal" kalıcı olabilir mi?
"Mevcut tablo olumlu, ancak vaka artışı olabilir"
Türkiye hafta başından beri normalleşme sürecinde. Mevcut tablonun olumlu olduğunu söyleyen uzmanlar kişisel önlemlerin önümüzdeki sürecin kalıcılığı için oldukça belirleyici olacağı görüşünde.
Türkiye’de vaka sayılarının düşmesinin ardından girilen normalleşme sürecinde en geniş kapsamlı adımlar 1 Haziran itibariyle atıldı. Sokağa çıkma kısıtlamaları toplumun büyük bir kesimi için kaldırıldı, restoranlar, kafeler ve spor salonları gibi yerler yeniden açıldı. Ancak maske zorunluluğu ve yeni fiziksel mesafe ile hijyen önlemleri devam ediyor.
"Mevcut tablo olumlu, ancak vaka artışı olabilir"
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 3 Haziran itibari Türkiye'de 166 bin COVID-19 vakası var ve bu güne kadar 4 bin 609 kişi hastalık sebebiyle hayatını kaybetti. Test sayısının geçen haftalara göre artmasına rağmen vaka sayısı günlük 700-800 bandında ilerliyor. Entübe hasta sayısında da geçen haftalara oranla bir azalma görülüyor.
Halk sağlığı uzmanları ve epidemiyologlar da resmi verilerin olumlu bir tabloya işaret ettiği görüşünde.
DW Türkçe’ye konuşan Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Epidemiyoloji Profesörü Gül Ergör’e göre Türkiye’de salgının hız kesmesindeki en önemli faktör başarılı bir şekilde uygulanan filyasyon çalışması.
"Bu çalışmalarda her bulunan vakanın temasları izole edilir ve teste tabi tutulur. Bu hastalık en çok semptom göstermediği dönemde bulaşıyor" diyen Ergör, filyasyon uygulamasının 1960’lardan bu yana Türkiye’de yapılagelen bir deneyim olmasının bu başarıda etkisi olabileceğini belirtiyor.
Ancak Ergör, 1 Haziran itibariyle uygulamaya konulan yeni "normalleşme" önlemleri ve halkın kurallara riayet etmesine bağlı olarak vaka sayılarında artış olabileceği uyarısını da yapıyor.
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nden Prof. Dr. Sarp Üner de yeni uygulamalarla beraber vaka sayılarında artış olacağını düşünenlerden.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Üner, "Bir kural olarak normalleşme başladıktan sonra uygulamanın iki ya da dört hafta en az iki intübasyon periyodu, yani 4 hafta sürenin geçmesi, toplumun izlenmesi ve hastaneye başvurularda bir artış var mı incelenmesi gerekir. Biz de uygulamanın etkisini dört haftalık sürede göreceğiz" değerlendirmesinde bulunuyor.
Üner ayrıca Türkiye’nin 'erken ve hızlı' bir normalleşme sürecine girmesini de eleştiriyor.
"Sokağa çıkma yasağından kaçınılmamalı"
Ancak vaka sayılarında görülecek olası bir artışın bireysel ve toplumsal hayatımıza etkisinin nasıl olacağı, artış olması halinde kısıtlamalarının daha sıkı bir şekilde tekrar yürürlüğe girip girmeyeceği ise büyük bir bilinmeyen.
Peki vakalarda artış olduğunda ne yapmak gerekecek?
Uzmanların görüşleri birbirinden farklı. Kimi sokağa çıkma yasağının yürürlüğe konulması ve bu süreçte yaygın test yapılması gerektiğini savunurken kimi de sokağa çıkma uygulamasının sürdürülebilir olmadığı görüşünde.
Geçen hafta Dr. Özgür Ertunç, Prof. Dr. Pınar Mengüç ve Prof. Dr. Reyhan Diz-Küçükkaya imzasıyla "Türkiye’de COVID-19 salgını normalleşme süreci ve dalgalanmalar" başlığıyla bir araştırma yayımlandı(*). Henüz hakem sürecinden geçmeyen bu araştırma, Haziran başı gerçekleşecek normalleşmenin ikinci kuvvetli bir dalga oluşturacağını öngörüyor. Ayrıca ikinci dalganın fark edilmesiyle sokağa çıkma yasaklarından tereddüt edilmemesi gerektiği konusunda yöneticilere uyarıda bulunuyor. Zira geç kalınan her haftanın binlerce kişinin daha hayatını kaybetmesine sebep olabileceği belirtiliyor.
DW Türkçe’nin ulaştığı araştırmayı hazırlayan ekipten Özgür Ertunç, "Şu anki günlük vaka sayısı 800’lerde ama bu aynı zamanda binlerce serbest dolaşan ve tespit edilmeyen hasta sayısı anlamına da geliyor. Bu hasta kişiler önlem almazlarsa şayet, bir şekilde bulaştırmayı tetikleyecekler. Dolayısıyla bir artış göreceğiz. Hazırladığımız simülasyona göre, Haziran ortasında günlük tespit edilen vaka sayısı şu anki 800 sayısından 2000-1500 bandına çıkacak. Vefat eden kişi sayısı, Haziran başından ortasına kadar 100 kişiye artacak gibi gözüküyor. Haziranın üçünü haftasında bir sokağa çıkma yasağı uyguladığımızda dahi, Haziran sonuna geldiğimizde vefat sayısı 1300 kişi kadar artabiliyor" değerlendirmesini yaptı.
Ertunç, bir artış gerçekleştiğinde kişisel önlemlerin yetersiz olacağını belirterek karar alıcıların sokağa çıkma yasağı gibi önlemler almasından geri durmaması gerektiğinin de altını çiziyor. Ayrıca "aç-kapa" denilen belirli periyotlarla yeniden kısıtlamalara gidilmesinin daha doğru olduğunu ve bu sürede de tarama testlerinin yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyor.
"Yasaklar sürdürebilir değil"
Bu fikre katılmayanlar da var. Epidemiyoloji Profesörü Gül Ergör’e göre salgının hızını göz önüne aldığımızda, sokağa çıkma yasağı gibi önlemleri oluşturan şartlar hem büyük ölçüde kalktı, hem de bu tarz yasaklar sürdürebilir değil.
Günlük vaka sayısının bir süre daha sokağa çıkma yasağı uygulamasını gerektirecek noktaya çıkmayacağı beklentisini dile getiren Epidemiyolog Ergör, "Oldukça az bir sayıya indiği için sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Bu saatten sonra sokağa çıkma yasağı çok gerekli değil. İnsanların tedbirlere karşı reaksiyonu da doğuyor. Yasak yerine yerine kuralları topluma anlatmak, toplumun buna uymasını sağlamak ve bu bilinci yaygınlaştırmak daha gerçekçi olur. Zira hayatımızın en az bir yıl bu şekilde sürmesi gerekiyor" yorumunu yapıyor.
Öte yandan Prof. Ergör de normalleşme sürecinde tarama testlerinin yaygınlaştırılması gerektiğinin altını çizerek ancak vakaların hızlıca tespit edilmesiyle sürecin sürdürülebilir olabileceğini belirtiyor.
Almanya ve İran örneği
"Yeni normal" diye adlandırılan bu sürecin ne kadar sürdürülebilir olduğu elbette ikinci bir dalganın yaşanıp yaşanmayacağıyla da doğrudan ilişkili. Hem Türkiye’de hem de dünyada COVID-19 salgınında ikinci ve üçüncü dalga beklentileri sık sık dile getirildi. Avrupa ülkeleri dahil salgından etkilenen 193 ülkenin büyük çoğunluğu "normalleşme" adı altında günlük hayatı etkileyen bazı adımlar atmaya başladı. Bu süreçte kimi ülkelerde vaka sayılarında artış görülürken kimindeyse vaka sayıları azaldı.
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Üner, bu noktada Türkiye’ye oldukça benzer demografik yapısı olan İran ve Almanya örneğini veriyor. Her iki ülkenin de Türkiye’den iki hafta kadar önce normalleşmeye geçtiğine dikkat çeken Üner, "Sürecin sonunda nereye geldik derseniz Almanya’da vaka sayıları 800'den 200 civarına indi, İran’da ise 800'lerden 3 bin - 3 bin 300 gibi sayılara çıktı. Bu kurallara daha fazla uymak, maske kullanımı ve sosyal mesafenin gözaletilmesiyle ilişkili diye düşünüyorum. Yani toplumun kurallara uymaya devam edip etmemesi doğrudan olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurabiliyor" görüşünü dile getiriyor.
Bireysel önlemler belirleyici
Almanya’da vaka sayılarının düşmesindeki ana faktörler arasında toplum tabanlı testlerin yapılması olduğu daha önce dile getirilmişti. Üner, normalleşme sürecinin devamını sağlamak için benzer biçimde Türkiye’de de kitlesel ve toplum tabanlı tarama testlerin yaygınlaştırılması gerektiğinin altını çiziyor. Zira bu testler sayesinde toplumda salgının ne kadar yayılıp yayılmadığı ölçülebilir ve hızlıca bölgesel önlemler alınabilir.
Sağlık Bakanlığı’nın test algoritmasını değiştirmesi gerektiğini savunan Üner, "Almanya bize nazaran daha fazla test yapılmış, İran da bizden çok daha az. Belki biz yapsak bizim daha fazla hastamız çıkacak. Salgının önüne geçmek için, normalleşme süreci için bu çok önemli" diye belirtiyor. Yine de bu aşamada normalleşme sürecinin kalıcılığını belirleyen ana faktörün kişisel önlemler olacağının altını çizen Üner şöyle diyor: "Kurallara ne kadar az uyulursa İran’a yaklaşırız, ne kadar çok uyulursa Almanya’ya yaklaşırız."
Deniz Barış Narlı / İstanbul
Deutsche Welle Türkçe