Türkiye’nin döviz ile imtihanı
Doların seçmen nezdinde algısı yüksek
Katar ile varılan swap anlaşması Türk Lirası'nın değer kaybına derman olacak mı? İktisatçı Yalçın Karatepe konuyla ilgili analizinde döviz takasının çözüm olmadığını esas olanın kalıcı döviz bulmak olduğunu vurguluyor.
Salgın ile birlikte dünya ekonomilerinde yaşananlar Türkiye’nin mevcut sorunlarının daha fazla büyümesine yol açtı. En önemli sorunlardan birisi de döviz cephesinde yaşanıyor.
Türkiye 2000’li yılların ortalarından itibaren yüklü miktarda yabancı sermayenin (hem doğrudan yatırım ama özellikle portföy yatırımı-sıcak para) ülkeye girmesiyle birlikte dış kaynağın sunmuş olduğu olanakları bir servet artışı gibi gördü ve büyük ekonomik başarı hikayesi olarak sunmaya başladı. Bu dönem içinde ülkenin toplam dış borcu 470 milyar dolara kadar yaklaştı.
Yüklü miktarda giren dövize bağlı olarak kurlar düşük seviyelerde hareket etti bunu sonucunda da ithalat hızla artmaya başladı. Uygulanan politikaların sonucunda Türkiye’nin üretimde dışarıdan ithal edilen girdilere bağımlılığı %70 seviyelerine kadar yükseldi. Ama para bol iken bunlar sorun olarak görülmedi.
Şimdi devir değişti. Yanlış anlaşılmasın. Dünyada paranın azaldığını söylemiyorum. Aksine salgın ile birlikte piyasadaki para hacimlerinde de çok önemli artışlar yaşandı. Amerikan Merkez Bankası FED’in bilanço büyüklüğü 6 trilyon dolara, Avrupa merkez bankasının sunduğu para da trilyonlarca euroya ulaştı. Diğer bir ifade ile para dünyada tarihte olmadığı kadar yüksek miktarlara ulaştı.
Ancak bollaşan bu parayı yönetenler artık yatırım kararlarında daha seçici davranmaya başladılar. Piyasacıların deyimi ile "Risk iştahında bir azalma var." Kaynaklarını aktaracakları ülkeler grubundan gelişmekte olan ülkeleri, özellikle Türkiye gibi ekonomik riski yüksek ülkeleri çıkardıklarını görüyoruz. Dünyada hızla çoğalan para gelişmiş ülkeleri güvenli yatırım alanı olarak görüp oralara yönelmeye başladı.
Türkiye bu anlamda diğer ülkelerden daha fazla "negatif ayrışıyor." Türkiye'den sermaye çıkışı koronavirüs salgınından çok önceleri başlamıştı, salgın ile bu çıkışın hızlandığı görülüyor. Merkez Bankası'nın açıkladığı mart ayı ödemeler bilançosu verileri de gösteriyor ki sadece mart ayında Türkiye’den çıkan yabancı sermaye (tahvil, borsa ve banka mevduatından) 7,7 milyar dolar.
Bir taraftan mevcut yabancı yatırımcılar paralarını Türkiye’den çıkarırken, diğer taraftan yeni yatırımcıların gelmiyor olması, yurtiçi yerleşiklerin artan döviz talebi ve yeniden artmaya başlayan cari işlemler açığı, kurlar üzerinde baskının oluşmasına ve TL’nin değer kaybetmesine yol açıyor. Kurların yükselişini sınırlamak için kamu bankaları üzerinden yapılan döviz satışı da devam ediyor. Bütün bu gelişmeler etkisini Merkez Bankası'nın rezervlerinde gösteriyor ve açıklanan rakamlar rezervlerin hızla eridiğini ortaya koyuyor.
Doların seçmen nezdinde algısı yüksek
Siyasi sonuçları en ağır olan gösterge ABD Doları kurudur. Vatandaşlar diğer göstergelere fazla anlam yüklemiyor. Mesela işsizlik yüksek olmasına rağmen eğer işiniz var ise bu veri sizin için bir anlam ifade etmiyor. Ancak dolar öyle değil. Madem doları herkes izliyor, her zaman olduğu gibi, önce yabancıları suçlayarak bunun sorumluluğundan kurtulmaya çalışıyorlar. Oysa yerlilerin mevduat hesaplarının yarısına yakınının döviz hesaplarında olduğu, liraya güvenmedikleri gerçeğini göz ardı ediyorlar.
O zaman yabancılara zorluk çıkaralım
İktidar uyguladığı ekonomik politikaların sorumluluğunu üstlenmek yerine sürekli olarak "dış güçlerin" eylemleri sonucunda ekonominin bozulduğu algısını oluşturmaya çalışıyor. Son zamanlarda kurlarda yaşanan yükselişte de benzer bir tavır gösterdiler. Önce üç yabancı bankanın (BNP Paribas SA, Citibank NA ve UBS AG) Türk bankalarıyla bir bacağı TL olan işlem yapmalarını yasakladılar. Bu adımdan sonra Avrupa’nın iki önemli takas ve saklama bankasının (Euroclear ve Clearstream) müşterilerine TL işlemlerinde bu hizmeti vermeyeceğini açıklamasının ardından, BDDK aldığı başka bir karar ile bu iki kurumu swap limitleri dışına çıkardığını duyurdu. Bu da gösteriyor ki panik halinde kararlar alınıyor ve bu kararların kısa ve uzun vadede Türkiye ekonomisine nasıl etki edeceği düşünülmüyor. Hata fark edilince de geri adım atılıyor ancak bu düzeltme girişimleri iktidarın neleri yapmaktan geri durmayacağının bir göstergesi olarak algılandığından, Türk Lirası'nın konvertebilitesine ve dolayısıyla Türkiye’nin uluslararası finansal sistem ile entegrasyonuna kalıcı zarar veriyor. Vadesi önümüzdeki bir yıl içerisinde dolacak 169 milyar dolar dâhil olmak üzere, toplam 435 milyar dolarlık dış borcu dikkate aldığımızda Türkiye’nin uluslararası finansal sistem ile ilişkilerinin ne kadar önemli olduğu görülür. Ekonomi yönetiminin karar alırken ekonomik sonuçlarını dikkate almaması, yabancı yatırımcılar açısından ülke riskinin mevcut durumdan daha çok artmasına yol açmaktadır. Yatırımcıların riskli ülkelerden çıktıkları bir dönemde Türkiye'nin risk algısını artıracak "tedbirlerin" alınması ülkeyi daha büyük zorluklarla karşı karşıya bırakacaktır.
Hepimiz finans uzmanı olduk!
Döviz ihtiyacını karşılamak için iktidarın arayışa girdiği swap (takas) işlemleri bugün aile içi sohbetlere konu oluyor. Konunun uzmanları dışında kimsenin pek ilgilenmediği swap gibi kavramların dilimize yerleşmiş olması, aslında vatandaşların döviz konusundaki gelişmeleri ne kadar yakından takip ettiklerinin bir göstergesidir.
Swap çözüm değildir, esas olan kalıcı döviz bulmaktır
Finansal takas anlamına gelen swap belli bir süreliğine varlıkları (burada döviz) değiştirme işidir. Bu sürenin bitiminde de değiştirilen varlıklar iade edilerek işlem sonlandırılır. Görüldüğü gibi swap işlemi üzerinden elde edilecek döviz kalıcı olarak ülkede kalmamakta, swap vadesi gelince iade edilmektedir.
Kriz ile birlikte ABD Merkez Bankası'nın "likidite swap hattı" uygulaması finansal sistemde bir sorun yaşanmaması için FED’in kısa süreliğine kullandırdığı bir imkan olarak sunuluyor. ABD’nin yapmış olduğu swap işlemlerinin yaklaşık yüzde 65'inin vadesi bir haftanın altındadır. Bu da gösteriyor ki swap bir finansman aracı değil, bir nakit akışı yönetim aracıdır. Paranız yok iken geçici bir süreliğine alırsınız, para gelince de ödeyip kapatırsınız.
Durum bu olunca swap işlemlerinin Türkiye’nin giderek artmakta olan döviz ihtiyacını kalıcı olarak çözmesinin mümkün olmadığı açıktır.
Çarşamba günü yapılan açıklamada Katar Merkez Bankası ile 10 milyar dolara karşılık gelen ek bir swap anlaşması yapıldığı duyuruldu. Böylece Katar ile olan toplam swap hacmi 15 milyar dolara yükselmiş oldu. Her ne kadar burada dolar rakamı telaffuz ediliyor olsa da, aslında takas edilen Katar Riyali ile Türk Lirası. Bunu dolar girişi olarak görmek doğru değildir. Peki, Merkez Bankası Katar Riyali'ni dolara çevirebilir mi? Büyük olasılıkla yapılan anlaşmada bunun dolara çevrilmeyeceği belirtilmiştir. Ancak Merkez Bankası rezerv verilerini dolar olarak açıkladığı için bu swap işlemi rezerv verilerine yansıyacaktır. Buna aslında bilanço makyajlaması da diyebiliriz. Görüldüğü gibi burada yapılan da bir algı yönetimidir.
Uzun zamandır oluşan beklenti swap anlaşmalarının başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle yapılmasına yönelikti. Ancak şu ana kadar bu ülkelerle bir mesafe kat edildiği duyurulmadı.
Swap anlaşmaları kalıcı döviz girişine yol açmayacağı için Türkiye’nin döviz ihtiyacı için bir çözüm değildir. Döviz ya kazanmalıyız ya da yatırım olarak ülkeye çekmeliyiz. Kazanma imkânımız yok çünkü hem ihracat düşüyor hem de turizm bu sene çok düşük olacağı için ciddi döviz girişi sağlamayacak. Yabancı yatırımcı da gelmediği için Türkiye’nin döviz ihtiyacı artarak devam edecektir. Swap anlaşmaları, eğer yapılırsa, belki döviz üzerindeki baskıyı öteleyebilir ancak ortadan kaldırmaz.
Madem döviz bulamıyoruz biz de döviz harcamayı zorlaştırırız
Mart ayı dış ticaret verileri gösterdi ki ithalat hızla artarken ihracat yavaşlıyor. Dış ticaret açığı mart ayında 4,2 milyar dolara ulaştı.
İthalatı sınırlandırmak için art arda gümrük vergileri getiriliyor. En son Çarşamba günü üç binin üzerinde malın ithalatına uygulanan vergi oranları artırıldı. Daha önce ağırlıklı olarak tüketici ürünlerine yönelik gümrük vergileri getirilirken şimdi üretimde kullanılan malların ithalatına da vergi getiriliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak yaptığı açıklamada "Stratejik ve üretim imkânı bulunmayan ürünler hariç, ithalat kolay olmayacak. Birleri bir dönem ülkemizi ithalat cenneti yapmaya çalıştı" dedi. Aslında bu açıklama ile kendi iktidarlarının ekonomi politikasına da eleştiri yapmış oldu.
Gümrük vergilerinin artırılması ithalata bir miktar sınırlama getirebilir. Ancak özellikle en son açıklanan vergiler üretimde kullanılan makine ekipman gibi ürünleri de içerdiğinden Türkiye’nin üretim kapasitesi de sınırlanmış olacaktır.
Yalçın Karatepe
Deutsche Welle Türkçe