Türkiye’nin Libya politikaları

Libya ile birlikte Türkiye’nin yurtdışında üs ve askeri varlığı bulunan ülke sayısı 12’ye yükseldi.

Türkiye’nin Libya politikaları


Uluç Gürkan Independent Türkçe için yazdı

Uluç Gürkan ODTÜ ve Ufuk Üniversitesi Öğretim Görevlisi - 19, 20, 21. Dönem Ankara Milletvekili, TBMM Başkanvekili 

Libya ile birlikte Türkiye’nin yurtdışında üs ve askeri varlığı bulunan ülke sayısı 12’ye yükseldi.

4 ülkede (Azerbaycan, Arnavutluk, Somali ve Katar) eğitim amacıyla varız. 4 ülkede ise (Afganistan, Lübnan, Bosna-Hersek, Kosova) BM kapsamında görev üstlenmiş bulunuyoruz.  

4 ülkedeki (KKTC, Irak ve Suriye ile Libya) varlığımız ise güvenlik odaklı ve muharip özelliklidir…

Burada Libya’nın durumu KKTC, Suriye ve Irak’tan farklıdır. 

Libya sınır komşumuz değildir. Denizaşırı bir konumdadır… Ötesinde, Libya artık Atatürk’ün orada olduğu 1908 ve 1911 yıllarındaki gibi vatan toprağı da değildir. 

Bu nedenle, olası bir çatışma durumunda Trablusgarp’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni ayakta tutabilmek için askerlerimize lojistik destek sağlamakta zorlanabiliriz.

Tunus işbirliğine yanaşmayınca hava desteği konusunda da gerekli ortamı oluşturabilmiş değiliz.

Deniliyor ki, "Libya’daki askerlerimiz çatışmanın doğrudan tarafı olmayacak. 'Koordinasyon' görevi yapacak. Ancak, saldırıya uğrarsa gereken cevabı da verecek…" 

Bu noktada bir belirsizlik var… Türkiye’nin koordinasyonunda muharip unsurların varlığından da söz ediliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle bunlar “farklı ekipler”.

Peki, kim olabilirler?  

Rivayet muhtelif… İddialar ÖSO mensubu Suriyeli militanlar üzerinde yoğunlaşıyor. İdlib’deki cihatçılara kadar da uzanıyor…

Öyle anlaşılıyor ki, Türk askeri varlığının ve koordinasyonundaki farklı muharip güçlerin caydırıcı bir etki yaratması umuluyor.

Ancak General Hafter, Rusya ile birlikte yaptığımız ateşkes çağrısını reddetti. Trablusgarp’ı hedef alan saldırılarını sürdüreceğini açıkladı.


Şimdi soru, Rusya ve Türkiye’nin ne yapacağı…

Rusya’nın ne yapacağını izleyip göreceğiz. Umarız, Türkiye’yi yalnız bırakmaz, Hafter’e ateşkese boyun eğmesi için baskı uygular…

Türkiye’ye gelince… Hiç kuşkusuz, artık sahadan çekilemez. Sahada kalıp Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzalanan deniz yetki alanlarına ilişkin mutabakatı sahiplenmek durumundadır. 

Ateşkes sağlansa dahi Türkiye’nin sahadaki varlığı önemini koruyacaktır. 

Ateşkes beraberinde Libya’nın bölünmesi sürecini getirebilir. Bu durumda deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşma geçerliliğini yitirebilir.

Çünkü emekli generaller Nejat Eslen ve Ahmet Yavuz’un vurguladıkları gibi, Libya’nın bölünmesi durumunda Türkiye ile Libya arasında komşuluk hukuku doğuran kıyı bölgesi Hafter’in elinde kalacaktır.


Diplomasinin önemi

Türkiye’de sahada sadece askeri varlığıyla ve Libya iç savaşında doğrudan taraf olarak kalamaz. 

Özellikle olası bir çatışma halinde, muharip güç olarak “farklı ekipler” dışında en az bir tugay, hatta bir tümen gücünde Türk askerinin de ayrıca Libya’da olması gerekebilir.

Lojistik destek konusunda yaşanacak sıkıntılar da dikkate alındığında, bu koşullarda ister istemez zayiat riski gündeme gelmektedir.  

Hiç kuşkusuz, dış politikanın yürütülmesinde askeri araç ve yöntemler önemlidir. 

Son yıllarda Türkiye’de de siyasi iktidarlar askeri yöntemi fazlaca kullanmaktadır. Ancak bu diplomasiden vazgeçilmesi anlamına gelmemelidir.

Türkiye, Rusya ile başlattığı diplomasi sürecinde ısrarlı olmalı, ateşkes sağlanması ve barış gücü görevlendirmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne çağrısını sürdürmelidir. 

Bunun yanında Türkiye, daha fazla gecikmeden münhasır ekonomik bölgelerini ilan etmeli ve Birleşmiş Milletler'e bildirmelidir… Hem Akdeniz’de hem de Ege de…

Münhasır ekonomik bölgeleri konusundaki kararlılığını da, S-400’leri Doğu Akdeniz ve Ege’den gelebilecek tehditlere karşı konuşlandırarak koyabilmelidir.

Bunu yaparken, Lozan’da aidiyeti belirlenmemiş, ancak Türkiye’nin 6 millik karasuları içinde kaldığı için 1930’lu yıllardan beri Aydın, Muğla ve İzmir illerimizin envanterinde bulunan Türk adalarındaki Yunan işgalini sonlandıracak diplomatik atak da mutlaka başlatılmalıdır. 

Bu bağlamda, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yapılan anlaşmanın kıta sahanlığı değil, münhasır ekonomik bölge anlaşması olduğu Birleşmiş Milletler kayıtlarına geçirilmelidir.

Bu kayıt, Libya’nın bölünmesi halinde Hafter üzerinde baskı oluşturabilir.


Türkiye ayrıca, bütün bölge ülkeleriyle çatışma halindeyken, ayakta kalsa dahi bir tek Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile uzlaşarak çıkarlarını koruyamayacağını görmelidir.

Bu nedenle, ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeleri ile sınır çakışması olan kıyıdaş devletleri masada müzakereye çağırmalıdır. 

Başta SuriyeMısır ve İsrail ile bu konuda başlatacağı diyalog, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de karasularına sıkıştırmaya, Ege’de ise karasularının dahi bir bölümünden vazgeçmeye zorlayan Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimini frenlemenin en gerçekçi yoludur. 

Bugün için ilişkilerinin gergin olmasına karşın, Suriye, Mısır ve İsrail ile deniz yetki alanları konusunda diyalog için avantajlıdır.

Hem Mısır hem de İsrail'in Türkiye ile uzlaşmaları halinde, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile olan anlaşmalarına göre belirlenmiş yetki alanlarını genişleteceklerdir.

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

The Independentturkish