Ukrayna krizinde Almanya ne yapabilir?
Bunların başında Ukrayna krizi geliyor.
Ukrayna krizinde Almanya ne yapabilir?
Almanya yeni yıla yeni bir hükümetle giriyor. Hem ülke içinde, hem de dünyada bir yığın eski krizlerle karşı karşıya yeni hükümet.
Bunların başında Ukrayna krizi geliyor.
BirGün Yayın Koordinatörü İbrahim Varlı, son yazısında 2022’de dünyayı bekleyen krizleri sıralarken bunu ikinci sıraya almış. Almanya’daki ana akım medyaya bakılırsa birinci sırada. Merkez sağ ya da liberal eğilimli medyadaki analizlerde Rusya’nın Ukrayna sınırdaki artan askeri faaliyetlerinin her an bir istilaya dönüşebileceğine ve transatlantik ittifakın “demokratik Ukrayna’yı, saldırgan Rusya’ya karşı korumak uğruna!” bir savaşın tarafı olabileceğine, daha doğrusu “inanırlığını sürdürmek istiyorsa” buna zorunlu olduğuna işaret ediliyor. Tabii böyle bir durumda da transatlantik paktın cephe ülkelerinden biri olan Almanya’nın da müttefikleriyle birlikte bir biçimde bu “savaş”ta yerini alması gerekecek!
Krizin derinleştiği doğru, ancak bu derinleşmenin bir savaşı haklı çıkarabilecek yaşamsal bir ağırlığı var mı? Daha önemlisi böyle bir savaşla sorunlar çözülebilir mi? Bu soruların yanıtının “hayır” olduğu ortada. Ancak sorun ciddi. Afganistan’da, ki orada hem askeri hem de politik açıdan buradakinden çok daha zayıf bir düşman vardı, yaşanan rezalete rağmen halen “Batı’nın değerleri”nin silah tehdidiyle ve silah kullanarak yerleştirilebileceğine dair propoganda yapılabiliyor. Bunun nedeni tabii ki “tarihten ders almamak” değil. Bütün bunların ardında savaştan, gerilimden yararlanma stratejisinin, yani bilinçli bir tutumun olduğu ortada.
Ancak benzer bir durum Yugoslavya savaşı döneminde de yaşanıyordu. Halkın çoğunluğu o zaman da Alman ordusunun ülke dışındaki operasyonlara, özellikle de geçmişte ağır yıkımlara neden olduğu Balkanlardaki bir savaşa katılmasına karşıydı. Ancak bu oldu. Üstelik Alman hava kuvvetlerine Sırbistan’ı ve başkenti Belgrad’ı bombalama emrini veren hükümet sosyal demokratlar ve yeşillerin koalisyonundan oluşuyordu. Peki sorunlar çözüldü mü? Kimileri halkların birbirini kırdığı çatışmaların durdurulmuş olmasını bir çözüm olarak görebilir. Bu kısmen de doğrudur. Ancak Bosna’daki Sırpların 25 yıl sonra bile bağımsız bir devlet olarak ayrılma hazırlıkları içinde olduğunu gösteren son gelişmeler, asıl sorunların çözülmemiş olduğunu ve bölgenin yeni gerginliklere gebe olduğunu gösteriyor. Almanya’nın yeni Dışişleri Bakanı Beaerbock’ın Bosnalı Sırplara yönelik uyarılarının karşılıksız kalması da bundan kaynaklanıyor.
Ukrayna krizi, Almanya dışişlerinin şu andaki en önemli sorunlarından biri...
Ancak aksi yönde verilen tüm sözlere rağmen etki alanını Moskova’ya doğru yaygınlaştırmaya çalışan ABD’nin NATO’yu da kendisine ortak ettiği stratejisi sürdükçe -ki görünen o ki bu tutumunu sürdürmekte kararlı- Almanya’nın bu konuda yapabileceği çok fazla bir şey yok. Sorun ancak krizin asıl sorumlusu ABD’yle, kendisini sürekli büyüyüp ve silahlanıp, kapısına dayanan NATO’nun tehditi altında hisseden Rusya arasında çözülebilir. Ayın ilk haftasında iki ülkenin başkanları arasındaki video konferansının anlaşmazlıkla sonuçlanması da bunun çok zor olduğunu gösteriyor.
Rusya Ukrayra’nın NATO’ya üye olmasına kesin olarak karşı. Başta ABD olmak üzeri NATO’nun tutumu da bunun tam tersi. Bu üyeliğin ancak Ukrayna ile 30 NATO ülkesi arasında konuşulabileceğini ve kararlaştırılabileceğini savunuyor. Ve böylece Rusya’nın meşru dış güvenlik endişelerine gözlerini kapatıyor.
Ancak Rusya’nın ABD ve müttefiklerinden gelen ve giderek daha sertleşen tehditlere ve yaptırımlara rağmen bu konuda geri adım atmayacağı, Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı harekete askeri ve politik desteğini sürdürmekten vazgeçmeyeceği, işgal ettiği Kırım’dan çekilmeyeceği kesin.
Çünkü verdiği sözlerde durmayarak ve yapılan anlaşmaları ihlal ederek bu krizin giderek derinleşip, bu hale gelmesinin ilk sorumlusu ABD ve müttefikleri.
Hatırlayalım, 1990’da Soğuk Savaşı resmen sona erdiren ilk anlaşmada (bir tarafında Batı ve Doğu Almanya’nın, diğer tarafında da ABD, Sovyetler Birliği, Büyük Britanya ve Fransa’nın olduğu 2+4 Anlaşması), Moskova’nın güvenlik endişeleri gözetilmiş, artık Federal Almanya Cumhuriyeti’nin bir parçası olan eski Doğu Almanya toprakları üzerinde başka ülkelere ait silahlı kuvvetlerin ya da atom bombası taşıyan uçakların yerleştirilmeyeceği kabul edilmişti.
Aynı durum sosyalist blok tamamen çözüldükten sonra da bir süre devam etti. 1997’de NATO ile Rusya arasında imzalanan anlaşmada, birer birer NATO’ya üye olan ya da olmaya hazırlanan eski sosyalist blok ülkelerinin toprakları üzerinde ittifaka bağlı askeri üslerin kurulmayacağı, nükleer füzelerin konuçlandırılmayacağı kabul edilmişti.
Bu sözlerde durulmadı.
Bugün başta Polonya ve Baltık ülkeleri olmak üzere birçok Doğu ve Orta Avrupa ülkesi namluları Moskova’ya dönük çok sayıda nükleer füzeyle teçhiz edilmiş durumda.
O yüzden Ukrayna krizi nedeniyle yaşanan cepheleşmenin demokrasi ve insan hakların, uluslararası hukukun savunulmasıyla bir ilgisi yok.
Ancak sertleşmenin ve savaşın Almanya için riskleri çok büyük.
Herşeyden önce milyarlarca euronun yatırılarak, tamamlanan ve Almanya’nın gelecekteki ucuz enerji ihtiyacının büyük bölümünü karşılayacak “Kuzey Akım 2” doğal gaz hattının geleceği bu krizde sertlik değil, yumuşama gerektiriyor.
Almanya’nın önümüzdeki dönemde yumuşama çizgisinde olacağına dair işaretler var.
Yeni hükümetin orta direği Yeşiller partisinin liderleri seçimden önce Ukrayna konusunda ABD’nin stratejisine tekabül eden bir tutum içindeydiler. Saldırgan Rusya’ya karşı “Batının değerlerini” korumak için Ukrayna’ya “savunma silahları!”nın (tabii askeri terminolojiye hediye edilen bu kavramı açıklamadan) verilmesi gerektiğine dair açıklamalar yapıyorlardı. Aradan birkaç ay geçti, şimdi iktidarlar. Dışişleri Bakanı Baerbock şimdi ise savaş ve kriz bölgelerindeki taraflara silah satışına ilişkin yasakları daha da ağırlaştıran bir yasa çıkarılması için çalışıyor. Son haberlere göre bazı NATO silah sistemlerinin ABD ve Litvanya tarafından Ukrayna’ya teslim edilmesi kısa bir süre önce Almanya tarafından engelledi.
Almanya’nın bu gerginlik ortamında yapabilecekleri sınırlı. Ancak Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu dönemlerde bile Willy Brandt’ın sosyalist Doğu Almanya ve diğer Varşova Paktı ülkelerine yönelik “doğu politikası” (ostpolitik) sonuç vermiş, kısmen de olsa gerginlikler azaltılabilmiş hatta nükleer silahlanmayı frenleyen, yavaşlatan adımlar bile atılabilmişti.
Bunu hatırlayanlar, Alman sosyal demokrasinin önde gelen liderlerinden Brandt’ın bu politikasının mimarı Prof. Dr. Egon Bahr’ın sözleri yeniden telaffuz etmeye başladılar. Şöyle diyordu hem siyasal bilimci, hem de politikacı olarak bu alandaki tüm önemli adımların arka planını hazırlayan Bahr: “Uluslararası politikada hiçbir zaman demokrasi ve insan hakları söz konusu değildir. Esas olan ülkelerin kendi çıkarlarıdır. Tarih derslerinde size ne anlatılırsa anlatılsın, bunu sakın aklınızdan çıkarmayın!”
Almanya’nın yeni başbakanı Olaf Scholz, Brandt’ın ikinci kuşak öğrencilerinden. Tüm gerginliğe rağmen bu konuda sükunetini koruyarak siyaset bilimci ve politikacı sosyal demokrat Bahr’ın da iyi bir öğrencisi olduğunu gösterebilir.
Bu arada seçimi kaybeden ve muhalefete geçen Hıristiyan demokratların yeni lideri Merz, Almanya’nın Ukrayna’ya “savunma silahları” vermesi gerektiğini savunmaya başladı. Merkel yönetimdeyken defalarca partinin başına geçebilmek için aday olan ve her defasında hezimete uğrayan Merz, sonunda bu gayesine ulaştı ama çok heveslendiği başbakanlığa soyunabilmek için beş yıl muhalefet lideri olarak çalışmak zorunda. Merkez sağın en sağında tutum alan Merz’in bu sözlerinin, birkaç ay önce Yeşiller partisi liderlerinin muhalefetteki açıklamalarıyla benzerliği, Almanya’daki yeni hükümetin dış politikasının, Merkel hükümetlerinin ve daha önceki hükümetlerin politikalarından hiç de farklı olmayacağı yolundaki analizleri bir kez daha doğruluyor.
Savaşsız geçmesi umuduyla 2022'ye merhaba.
GÜRSEL KÖKSAL / BİRGÜN