Ülkenin iyiliğinden başka bir şey istemeyen düzgün evlatları da var Türkiye’nin…
Yıldırım Akbulut vefat etti.
Ülkenin iyiliğinden başka bir şey istemeyen düzgün evlatları da var Türkiye’nin…
Yıldırım Akbulut vefat etti.
Biliyorum, gençlerimiz -hiç değilse önemli bir bölümü- bu haberle ilk karşılaştıklarında “O da kim?” tepkisini vermişlerdir. O günleri hatırlayabilecek yaşta olan ve siyasete o zaman da yakın duranlar ise, gazetelerde arkasından yazılan övücü yazıları okuyunca dümura uğramışlarsa hiç şaşırmam.
Kendi hesabıma ben öyleyim.
Anavatan Partisi ve Turgut Özal isimlerinin siyasetin merkezinde yer aldığı 12 Eylül (1980) sonrası dönemde, en önemli görevlerde bulunan birkaç isimden biriydi Yıldırım Akbulut. İçişleri bakanlığı, TBMM başkanlığı ve başbakanlık görevlerinde bulunmuştu.
Her görevinde, basına, partisine, hatta o görevlere gelmesini sağlayan lidere kendisini beğendirme gibi bir derdi olmamış, millet eksenli bir çizgiden ayrılmamaya gayret etmişti.
Bizim basın onun bu özelliğini erken keşfetmiş ve bu yüzden her zaman en iyi yaptığı davranış tarzını ona karşı sergilemişti: Karşı çıkarak, küçümseyip lakaplar takarak, alaya alarak ve sonunda yerinden ederek…
Hakkında fıkralar uydurarak manşetlerinden saldıranlar bugün arkasından “Çok büyük adamdı” diye yazıyorlar…
Körfez Savaşı başbakanı olarak Akbulut
George Bush (Baba Bush) Amerikan ordusunu bölgeye getirmek için Irak’a saldırdı.
ABD bunu Türkiye ile birlikte gerçekleştirmek derdindeydi.
Turgut Özal da -o zaman Cumhurbaşkanı olmuştu- Türkiye’nin çıkarını ABD ile birlikte davranmakta görüyordu.
Bizim basın da neredeyse tek ses olarak “Irak’a girelim” marşları söylemekteydi.
Yıldırım Akbulut’un başbakan olarak o dönemde yaşadıklarının birinci elden tanığıyım.
Kendisiyle ABD ile birlikte savaşa girmeme konusunda aynı frekansta olan bakanlardan biri, basının saldırıları karşısında bayağı sarsıldığını gördüğü başbakana “Yalnız değiliz” mesajını doğrudan verebilmek için, bir akşam buluşmamızı sağlamıştı.
Bir yandan Saddam’ın Kuveyt’i işgaline şiddetle karşı çıkarken bir yandan da onu bahane ederek bölgeye asker göndermeye kalkan Amerikan’ın niyetlerini daha büyük şiddetle sergilemeye çabalıyordum.
Manşetler o zaman da savaştan yanaydı ve basın birdenbire ‘Özalcı’ oluvermişti.
Direndi Yıldırım Bey ve Türkiye’nin ABD’nin ileri karakolu haline dönüşmesine izin vermedi.
Kısa süre sonra da koltuğunu kaybedeceği parti-içi isyanla karşılaştı.
18 büyük Türk büyüğü
Basını arkasına alan Mesut Yılmaz ne yapıp etmiş Özal Ailesi’ni içten fethetmiş ve Semra Özal’ın ANAP’ın İstanbul il başkanı olmasını sağlamıştı. Buna rağmen kongrede seçilmeye yetecek çoğunluğa ilk elde ulaşamadı; son anda Semra Hanım’ı adam adama markaja zorlayarak az bir oy farkıyla ANAP’a genel başkan olabildi.
Turgut Özal’ın Çankaya’dan indirilmesiyle sonuçlanması planlanan süreç, kendisinin de göz yummasıyla, aileden birilerinin Yıldırım Akbulut karşıtı cepheye destek çıkmasıyla o kongreden hemen sonra başlamıştı.
[O dönemde Turgut Bey’le ters düşmüştük. Gece-gündüz aramalarını kesmiş, karşılaştığımızda görmezden gelmeye başlamıştı. Mesut Yılmaz’ın adaylığı ve ailesi fertlerinin ona desteği günlerinde, esas hedefin kendisi olduğunu yazdığımda, beni aramış, ‘komplocu şeyler’ yazmakla suçlamıştı. Vefatından kısa süre önce düzenlenen ve kendisinin moderatörlüğünü yaptığı bir toplantıda yanına çağırmış, o dönemde yazdıklarımı hatırlatarak, “Sen haklıymışsın” demişti. Süleyman Demirel ile işbirliği halinde, Mesut Yılmaz, artık Turgut Özal’ı Çankaya’dan indirmenin taşlarını açıkça döşemekteydi.]
Yıldırım Akbulut’un başbakanlığa gelişi de Turgut Bey’in basını boşa çıkartmasıyla gerçekleşebilmişti.
Cumhurbaşkanlığına aday olduğunda yerine kimin geleceği ANAP içerisinde büyük bir yarışa yol açmıştı. Basın daha o zamandan Mesut Yılmaz veya onun çizgisinde (o zaman onlara ‘liberal’ deniliyordu) birinin Turgut Bey‘in halefi olabilmesini sağlamanın derdindeydi.
Partinin ‘muhafazakar’ kanadından biri olmasın da kim olursa olsun diye düşündüklerini yayınlarıyla belli ediyorlardı.
Özal ortalığa bir sis bombası atıverdi.
Lider, onun belirleyip ilan ettiği ve parti çoğunluğu hangisinin arkasında yer alırsa içlerinden onu atayacağı 18 kişiden biri olacaktı.
Basın 18 kişilik Özal listesinde yer alanlara “18 büyük Türk büyüğü” ismini takmıştı.
Gazeteler kendilerine uygun bir ismin Özal’dan sonra ANAP’ın başına geleceğinden, sisli ortamda yaptıkları yayınlarla bunun zeminini hazırladıkları güvencesiyle emindiler.
Meclis’in Turgut Özal’ı cumhurbaşkanı seçtiği gün (9 Kasım 1989), ANAP’ın öndegelenleriyle birlikte Çankaya Köşkü’ndeydim. Herkes yeni cumhurbaşkanını tebrik ediyordu.
Doğal olarak merak edilen, “18 büyük Türk büyüğü” listesinde yer alanlardan hangisinin boşalan yeri doldurmaya Özal tarafından layık görüleceğiydi.
Etrafta en çok telaffuz edilen isim Cengiz Tuncer’di.
Cengiz Tuncer de oradaydı ve sessizce tebrikleri kabul ediyordu.
Bir ara Turgut Bey ortalıktan kayboluverdi. Yan salonda Cumhurbaşkanı olarak ilk kararnamesini imzalamakla meşgulmüş. Yeni başbakanı atayan kararnameyi…
İsim biraz sonra duyulunca salonda bomba düşmüş etkisi yaptı.
Özal 18 isim arasında yer almayan birini başbakan olarak atamıştı…
Yıldırım Akbulut’u…
Haftalar öncesi 18 isim ortaya atarak tarafları yarışa sokmuş, adeta birbirine düşürmüştü; aklında ise kendisine muti olacağını düşündüğü 19. bir isim vardı. Yarışa sokmayarak erken saldırıları engellemeyi umduğu Yıldırım Akbulut’u böylece koruma altına almış oldu.
Açın, o günlerdeki gazetelere bu gözle bakın bakalım, daha ilk günden Yıldırım Akbulut’u gözden düşürmek için hangi manşetleri atmış, hangi alaycı ifadeleri kullanmışlar…
Düzgün adamdı Yıldırım Akbulut. Hep milleti düşündü. Hangi görevi üstlenmişse orada yanlış yapmamaya, yanlış yapılıyorsa ona alet olmamaya özen gösterdi.
Türkiye Yıldırım Akbulut’a çok şey borçludur.
Allah rahmet eylesin, Cennet’iyle mükafatlandırsın.
FEHMİ KORU