Uygur Türkleri ve Uygur Tarihi Belgeseli
Devlet Kurmadan Önce Uygurlar (M.s. 50 – 744)
Uygurlar, kadim Türk tarihinin önemli parçalarından biri olan ve Türklerin en eski topluluklarından olan Töles’lerin bir boyudur. Türk tarihine sayısız kitabe, yazıt ve kültürel eserler bırakan Uygurlar yerleşik hayata geçerek yegane geçim kaynağı olarak tarım ve ticareti seçen ilk Türk topluluğu olmuştur.
Geçmişten Günümüze Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan
"Uygurlar" telafuzunun kelime kökenlerinin Oy(Uy)-Gur hecelerinin birleşiminden meydana geldiği düşünülmektedir. Oy, uymak ve birleşmek, ittifak etmek anlamında kullanılır. Uygurlara Çin kaynaklarında Kao-çi (Yüksek tekerlekli arabalılar) ifadesiyle rastlıyoruz. Türk kitabelerinde ise Dokuz Oğuzlar olarak ifade edilmektedirler. Dokuz oğuzlar ibaresi, dokuz ayrı oğuz boyunun bir araya gelerek oluşturdukları federasyonla güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıkmış bir ünvandır.
Uygurların Ana yurtlarının Orhun ve Selenga vadileri olduğu tespit edilmiştir. Varlıklarını Büyük Hun İmparatorluğu döneminden beri bu bölgede idame ettiren Uygurlar çoğu zaman Dere Beyliği şeklinde kabileler olarak yönetilmiş, kimi zaman kabileler federasyonlarla birleşerek ortak kültürü paylaşmış ve gerek Çin, gerekse bölgesindeki diğer bölgesel güçlere karşı kendilerini korumuşlardır.
Devlet Kurmadan Önce Uygurlar (M.s. 50 – 744)
Uygurlar, tarih sahnelerine kendi devletlerini kurarak çıkmalarından önce de tarih kaynaklarında çok kez geçmişlerdir. Uygurlar, ilk olarak Hun dönemindeki hakimiyet mücadelelerinde ve Çin’in bu bölgedeki faaliyetleri sürecinde karşımıza çıkıyor. Hun döneminin sona ermesi ve Göktürk olarak tabir ettiğimiz Türk Birliğinin oluşmasıyla ortaya çıkan Büyük Türk Federasyonu döneminde sahip oldukları beylik Türk Birliğine İlhak edilmiştir.
Uygurların Çin ile politik ilişkileri, Uygur devletini kurmadan önce başladı. 646 yılında Çin, bölgedeki Göktürk hakimiyetine karşı Uygurları destekleyerek Türk birliğinin zayıflamasını amaçlıyordu. Büyük Göktürk Devletinin bölünmesinden sonra Batı Göktürklerin hakimiyetlerini kaybetmeye başlamasıyla tekrar beylik sistemine geri dönen Uygurların başında Tumitu bulunuyordu. Tumitu’nun, Çin’den aldığı destekle kendisini İlteber ünvanı ile Kağan ilan etmesiyle Uygurlar ilk devlet kurma teşebbüslerini gerçekleştirmiş oldular.
Tumitu, kısa bir süreliğine ve Çin’in boyunduruğu altında ilk devletini kurmuş olsa da bu teşebbüs başarıyla sonuçlanamadı. Zira Tumitu, devletini kurmak için Çin’i kullanmıştı. Çin, politikalarını gerçekleştiremeyeceği bir Hakan istemiyordu. Çin, 648 yılında muhtelif entrikalar ile Tumitu’yu öldürdü ve yerine Tumitu’nun oğlu Pojon geçmesine rağmen Holu adında kukla bir kağanı On-Ok’ların başına kağan olarak tayin etti. Pojon, bu durum karşısında saf dışı kaldı ve babası Tumitu’nun kurduğu kağanlığın başka bir kağanlığın boyunduruğu altına girmesini kabullenmedi. Bunun üzerine 656 yılında Holu’yu öldürerek Çin’in üzerine yürüdü ve Taşkent yakınlarına kadar ulaştı. Daha fazla ilerleyemese de Uygurlar’ın Çin için kolay lokma olmadığını ve rüştünü ispat etmiş oldu.
680 yılına gelindiğinde Asyadaki Türk Birliği yeniden kuruluyordu. Göktürk Devletinin 657’de tamamen yıkılmasıyla Çin boyunduruğuna giren ve Türklerin 23 yıl süren Çin Esareti, 680 yılında ortaya çıkan İkinci Göktürk Devleti (Kutluklar) ile Türk Dünyası kabuk değiştirmeye başlamıştı. Uygurlar, kimi zaman beylik kimi zaman kağanlık denemeleriyle kendi yönetimleri altında yaşamaya devam etmekteyken ortaya çıkan İkinci Türk Birliği (Kutluklar) ile tekrar Göktürk’lere bağlanmak zorunda kaldılar. Uygurların kendi yönetimlerinde ısrar etmelerinden dolayı bu ilhak teşebbüsleri mücadele ve savaşlarla gerçekleşmiştir. 35 yıl boyunca Göktürk hakimiyeti altında kalan Uygurlar, Göktürklerin zaman içerisinde güç kaybetmesiyle isyan ederek 716 yılında tekrar kendi yönetimlerini oluşturdular. Bu ayrılıktan sonra Göktürklerin giderek zayıflaması ve Göktürklere bağlı olan diğer güçlü kavimler olan Basmıl ve Karluklarında kendilerine katılmasıyla güç kazandılar. Ancak Göktürk Kağanı Ozmış, Dokuz Oğuzlar olarak adlandırılan Uygur topluluklarını tekrar Göktürk Birliği içerisine almak için ordusunun başında Uygurların üzerine yürüdü. Bu savaşta galip gelen Uygurlar, Ozmış’ı mağlup ederek savaş meydanında öldürmüştür (742).
Uygur Devletinin Kuruluşu (744)
Göktürk Devleti, Ozmış’ın ölümü ile giderek zayıflamaya başlamıştı. Bu zayıflıktan istifade eden Türk boyları Basmiller ve Karluklar, Uygurlar ile birlikte yeni bir kağanlık kurmaya teşebbüs ettiler. 743 yılında kurulan bu Kağanlığın sol yabguluğu (Doğu yabguluğu) Basmiller, sağ yabguluğu (Batı yabguluğu) Karluklar tarafından idare edilmekteydi.
Uygurlar, yeni kağanlık döneminde Göktürklere karşı birlikte hareket ettikleri Basmıl ve Karluk boylarıyla mücadele içerisine giriştiler. Bu mücadeleyi kazanan Uygurlar, Basmıl ve Karluk boylarını mağlup ederek kağanlığın yönetimini ele geçirdi. Uygur kağanı “Kutluk Bilge Kül Kağan” ünvanıyla kendi kağanlığını ilan etti ve Uygurları tarih sahnesine çıkartmış oldu. (744)
Uygurlar, bu döneme kadar Dokuz Oğuzlar olarak anılmaktaydı. Dokuz Oğuzlar dokuz ayrı oğuz boyundan meydana gelmekteydi. 744’deki bu mücadele neticesinde Basmil ve Karluk boylarınıda kendilerine katarak toplamda 11 boya ulaştılar. Daha önceki birliklerinin adı olan Dokuz Oğuz ifadesi, iki yeni boyunda katılımıyla Uygurlar (Akraba ve müttefikler) olarak geçmeye başlamıştır.
Kutluk Bilge Kül Kağan (744 – 747)
Kutluk Bilge Kül Kağan, 744 yılındaki mücadelesinden sonra kurduğu Uygur Devletini, ortak Türk kültürü doğrultusunda idame ettirmiştir. Göktürk devlet teşkilatlanmasını ve Türk kültürünün etken nitelikleri Uygurlar döneminde de görülmektedir. Ancak, kültürün yanı sıra dini inanışlarında, geleneksel Türk dini olarak kabul edilen Gök Tanrı (Şamanizm) inancının yanı sıra Mani adlı bir dinde itibar görmeye başlamıştı. Bu din, et yemeyi, her ne sebeple olursa olsun insan öldürmeyi yasaklayan, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Budizm inanışlarının bir karışımıdır.
Kutluk Bilge Kül Kağan, Uygurların Devlet teşkilatının kurulması ve otoritesine kavuşmasından kısa bir süre sonra vefat ettiğinde yerine oğlu Bayan Çur yönetime geçti.
Bayan Çur Dönemi (747 – 759)
Bayan Çur, babasından devraldığı Uygur devletini babası gibi savaşçı kimliğiyle yöneterek devletinin hakimiyet sahasını kuzey, güney, doğu ve batı yönlerine doğru genişletmiş, Kuzeyde Kırgızlar, Batıda Karluklar, Türkeşler ve Basmıllar, bunların yanında Sekiz Oğuz, Dokuz Tatar ve Çik boyları Uygur hakimiyetine karşı güçlerini birleştirmişse de Bayan Çur, tüm bu Türk boylarının isyanlarını bastırarak hakimiyet sahasını genişleterek bu toplulukların bulunduğu bölgelere oğullarını yabgu ve şad olarak tayin etmiştir.
Bayan Çur’un yönetime geçmesinden sonra ilk yaptığı işlerden biride, tarım ve ticarette merkez niteliği taşıyan Karaşar ve Beş Balıg şehirlerini tesir altında tutmuş olmasıdır. Bu bölgeler, halkın tarım ve ticaret ile uğraşarak geçimlerini sağladığı önemli merkezlerdi. Bayan Çur, bu bölgeye Uygur topluluklarının yerleşmesini ve tarım ve ticarete yönelmesini sağlamıştır.
751 yılına gelindiğinde, hem İslam Tarihi hem de Türk Tarihi için çok önemli bir savaş meydana geldi. Tarih kayıtlarında Talas Savaşı olarak geçen bu mücadelede Asyanın içlerine ilerlemek isteyen Araplar Çine kadar ilerlemişti. Tarihin bu ilk Arap-Çin savaşı, aynı zamanda Araplar ile Türklerin ilk teması niteliğini taşıyordu. Bayan Çur, bu savaşta Arap’ları destekleyerek kendisine bağlı olan Karlukları Arap ordusuna yardıma göndermiştir. Araplar, bu savaşta muhakkak ki Karluklarında yardımı ile Çin’i ağır bir mağlubiyete uğratarak Çin’i asyanın içlerinden çekilmeye mecbur bıraktı. Uygurlu halkı Turfan bölgesindeki Karaşar-Beşbalıg şehirlerine göndererek burada nüfuz kazanmayı amaçlayan Bayan Çur, Çin’in Talas savaşını kaybetmesiyle neticesinde iç asya ve Turfan bölgesinden tamamen çekilmesiyle bu bölgeye tamamen hakim hale gelerek Turfan bölgesindeki tarım ve ticaretin ev sahibi oldu. Çin’inde bölgeden çekilmesi ve Çin tehdidinin ortadan kalkması Uygurların, tarım ve ticaret ile ilgilenerek refah seviyelerini yükseltmesine olanak sağlamıştır. Uygurlar, böylece ticaretin bir gereği olarak şehir yaşantısına geçerek yerleşik düzende yaşamaya başlamışlar, refah seviyelerinin yükselmesiyle de eğitim, sanat ve kültüre daha çok zaman ayırmışlardır. Bu nedenle Türk tarihinde şehir hayatına ilk geçen toplum Uygurlar olmuştur.
Çin, Talas savaşındaki ağır mağlubiyetten sonra iç karışıklıklar yaşamaya başladı. Çin’e tabi topluluklar birleşerek ayaklanıyor, bu ayaklanmalar Çin’in saltanat ailelerinin birbirleri ile olan mücadelelerini de kızıştırıyordu. Bu ayaklanmalardan birinde, annesi Türk olan Anluşan adında bir Çin generali, Tibetlilerden oluşan 200 bin kişilik bir atlı kuvvet oluşturarak Çin’e karşı mücadele içine girişti. Çok sayıda süvariden oluşan ordusu ile 756 yılında Loyang’ı, 757 yılında ise Çangan’ı zaptetti. Zor durumda kalan ve bu saldırıya karşı güçsüz durumda olan Çin, Bayan Çur’dan yardım istemek zorunda kaldı. Çin – Uygur ilişkileri daha çok Çin’in menfaatleri ekseninde gelişmekteydi. Ancak bu kez Çin zor durumdaydı ve Uygurların yardımını istiyordu. Bayan Çur, Çin hanedanlığına yardım ederek Almuşan’ın saldırılarını engelledi ve zaptettiği Loyang ve Çangan’ı geri aldı. Çin hanedanı, Bayan Çur’un bu yardımına karşılık 20 Bin ton ipek, Uygurlu tücarların Çin’e girişine izin ve Hanedanın kızını verdi. Bayan Çur, bu savaşın sonunda 20 Bin ton ipeği almış, Çin prensesi ile evlenmiş, Turfan bölgesinde ticaretle uğraşan Uygurların Çin’e girişi içinde anlaşmış oldu.
Bayan Çur, yönetimde bulunduğu 12 yıl içerisinde devletinin hakimiyet sahasını genişletmiş, Uygur toplumunun tarım ve ticarete yönlendirerek refah seviyesini yükseltmiş ve şehir düzenine geçerek toplumunu yerleşik hale getirmiştir. Kültür ve sanat alanında da ilerleyen Uygurlar, bugünlere kadar ulaşan pek çok yazıt, kitabe ve sanatsal eseride Bayan Çur döneminde ortaya çıkartmıştır.
Bayan Çur, 759 yılında vefat etmiş ve yerine oğlu Bögü geçmiştir.
Bögü Dönemi (759 – 779)
Bögü, 20 yıl gibi uzun bir süre Uygurları yönetmiş ancak aynı zamanda Uygurların felaketini hazırlamıştır. Bögü, atalarından miras gelen yegane din ve kültür değeri olan “Tek Tanrı” Şamanizm inancını terk ederek Manieizm adlı bir dine inanmaktaydı. Bu din, Asya bölgesinin bir kısmında ve Çin’in içerisinde küçük bir zümrede itibar gören bir dindi. Bögü, bu inanışını toplumuna yaymak amacıyla pek çok teşebbüste bulundu. Pek az kişinin itibar ettiği bu inanış, Uygurların Savaşçı kişiliğini yok ederek Uygurların gücünün zayıflamasına ve yıkılmasına sebep olacaktı.
Çin’in Uygurlar ile olan münasebetleri daha çok Çin menfaatlerine dayalı gelişiyordu. Bögü, önceleri babası Bayan Çur gibi Çin ile iyi ilişkiler içerisinde bulunuyordu. Ancak Çin’i zayıf bir anında yakalayıp mağlup etmek ve Uygurları Asyanın yegane gücü haline getirmek arzusundaydı. Bu amaçla, Çin’in iç karışıklıklar yaşayarak zayıfladığı bir dönemde hayalini gerçekleştirme hazırlıklarına girişti. Esasında Çin çaşıtı olmayan ancak yönetimi ele geçirmeyi amaçlayan veziri Baga Tarkan, Bögü’yü öldürerek Bilge Kağan ünvanıyla tahta geçti (779). Baga Tarkan’da Bögü gibi Manieizm inancına sahipti ve Bögü gibi Manieizm inancının toplum içerisinde rağbet görmesi için çalışarak Uygurların Manieizm dönemini hızlandırdı. Bu teşebbüs zaman içerisinde Uygurların sonunu hazırlayacaktı.
Tun (Tang) Baga Tarkan Dönemi (779-790)
Bögü’yü öldürerek yönetimi eline alan Baga Tarkan, kendisine “Alp Kutluk Bilge” ünvanı verdi. Bu unvan onun politik kişiliğinide yansıtmaktaydı. Toplum içerisindeki sosyo-politik durumu ve toplum içerisindeki adaleti sağlamak amacıyla Türk’ler için Anayasa niteliği taşıyan Töre’leri kanun nizamıyla şekillendirdi. Böylece Uygurlar hem yerleşik düzene geçmiş hemde yeni yaşam tarzları sosyal ve ticari yönden yasalaştırılmış Töre Kanunlarıyla düzene girmiş oldu. Bu olumlu gelişmelerin yanında Töre’ye Manieizm referanslı kanunlar getirerek de Tek Tanrı inancının asimile olmasına sebep olmaktaydı.
Baga Tarkan, sosyal ve politik alanlardaki faaliyetlerinin yanında askeri yönden de aktif bir yol izledi. Çin’li bir prensesle evlenerek yegane tehdit ve düşman olan Çin ile iyi ilişkiler kurdu. Bunun yanında Uygurlu tüccarların Çin’e yaptıkları ticari faaliyetlerini de hızlandırdı. Ülke içerisinde de isyan ve ayaklandırmalara mahal vermeyerek iç huzuru tahsis etti. Uygurlar için önemli tehditlerden biride kuzey bölgesinde bulunan ve ileriki dönemlerde Uygurların yıkılmalarına neden olacak Kırgızlar bulunuyordu. Baga Tarkan, kuzey bölgesindeki Kırgızların Uygurlar üzerinde kurmaya çalıştığı baskıları da bertaraf ederek püskürttü ve bir süre içinde olsa tehlike olmaktan uzaklaştırdı.
Baga Tarkan, Uygurları yönettiği 10 yıl süre içerisinde Uygurların sosyal yaşantısını düzene sokarak bölgesindeki gücünü muhafaza etti. Bu müspet faaliyetlerinin yanında Manieizm inancının da yayılmasında önemli rol oynayarak toplumun Tek Tanrı inancından uzaklaşarak asimile olmasına sebep oldu.
789 yılında vefat ettiğinde yerine oğlu Külük geçti.
Talas Külük dönemi (789-790)
Külüg, babası Baga Tarkan’ın vefatından sonra 1 yıl gibi kısa bir süre yönetimde kalmış ancak önemli eylemlerde bulunmuştu. Külüg, Beşbalıg bölgesine çok önem veriyordu. Zira 6000 Çadır kadar Uygurlular ile Beşbalıg bölgesinin yerlileri olan Karluk kabileleri ve bazı Göktürk toplulukları ile iç içe yaşıyordu. Ancak Uygurların vergi artırımları nedeniyle memnuniyetsizlik başlamıştı. Bu rahatsızlık neticesinde Karluklar ve bazı Göktürk kabileleri birleşerek Beşbalıg bölgesine hakim hale geldiler. Külüg’ün veziri Yüçiassu Beşbalıg bölgesini kontrol altına almak için sefere çıkarken Çin’inde desteğiyle Tibetliler tarafından saldırıya uğrayarak öldürüldü. Külüg, isyan halinde olan Beşbalıg bölgesindeki toplulukların Çin ile işbirliği yaparak vezirini öldürmesi üzerine bizzat ordusunun başına geçerek Beşbalıg bölgesine sefere çıkarak kazandığı zaferle Beşbalıg bölgesinin kontrolünü tekrar eline geçirdi. Külüg, 790 yılında vefat edince yerine oğlu Böge geçti.
Kutluk Böge Dönemi (790 – 795)
Uygurlar, Böge döneminde çin ile iyi ilişkiler içerisinde bulunuyordu. Böge’de, Çin ile karşı karşıya gelmemek için iyi ilişkileri sürdürmüş ve Çin’in talebiyle Çin için tehdit unsuru olan akınlara karşı ileri karakol görevi yapmaya başladı. Çin, geliştirdiği iyi ilişkileri lehine şekillendirerek Uygurları kendi askeri gibi kullanmaya başlamıştı. Zira Tibetliler, 795 yılında Çin üzerine saldırıya geçince Tibetlilerin saldırısına karşı koyamayan Böge, başarısızlığı sonucunda Çin tarafından öldürüldü. Böge’nin ölümü üzerine yönetime halkın sevdiği ve itibar ettiği bir devlet yöneticisi olan Alp Kutluk geçti.
Alp Kutluk Dönemi (795 – 805)
Alp Kutluk Bilge, hem askerler tarafından sevilen bir komutan hem de halk tarafından sevilen bir idareciydi. Her ne kadar Uygurları askeri alanda yeni mücadelelere sokmasa da ticareti geliştirerek toplumun refah düzeyini yükseltecek uygulamaları hayata geçirdi. Alp Kutluk döneminde iç asyanın ticaret noktaları Uygurların kontrolünde gelişiyordu. İnisiyatifi altında bulundurduğu ticaret noktalarını İç Asyaya doğru genişleterek Uygurların bölgedeki ülkelerle olan ticaret münasebetlerini yükseltti.
Ticari alanlarındaki faaliyetlerinin yanında Mani dinine bağlı olan Kutluk, bu dinin topluma yayılmasında önemli teşvik faaliyetlerinde bulunmuş ve Uygurların felaketini hazırlayan süreci hızlandırmıştır.
Alp Kutluk, askeri alanda ciddi faaliyetler içerisinde bulunmamayı tercih etmişti. Ticari ve dini alandaki faaliyetlere önem veren Alp Kutluk, bölgesindeki güç dengelerini yönetmekten geri kalınca, kuzey bölgesindeki Kırgızlar, Tibetlilerle güçlerini birleştirmiş ve bölgesinde güç sahibi oldu.
Alp Kutluk, 805 yılında vefat edince yerine oğlu Külük Bilge devlet yönetimine geçti.
Külük Bilge Dönemi (805 – 808)
Külük Bilge dönemi, Uygurlar için çok sakin ve huzurlu geçti. Çin, Uygurlar üzerindeki baskılarını azaltmıştı. Uygurlarda en önemli faaliyet konusu haline gelen Ticaret ile uğraşarak sakin bir dönem geçirdiler. Bölgesindeki siyasetten uzaklaşan Uygurlar, mani dininin getirdiği “kayıtsız şartsız savaşmama” düsturu ile sükunet içerisinde yönetildiler. Külük Bilge’den sonra yerine Alp Bilge devlet yönetimine geçti.
Alp Bilge Dönemi (808 – 821)
Alp Bilge dönemi, önceki dönemler gibi genellikle sakin ve huzur içerisinde geçti. Uygurlarda toplumun refah düzeyi git gide yükseliyor, ticaret, sanat ve kültür ön plana çıkıyordu. Bunun yanında dış politikayla çok ilgilenmeyerek Uygurları huzur içinde ve içe dönük bir yönetim anlayışı ile yönetti. 821 de ölümü ile yerine oğlu Küçlük Bilge yönetimi devraldı.
Küçlük Bilge Dönemi (821 – 833)
Uzun süredir savaş görmeyen Uygurlar, Küçlük Bilge döneminde yeniden karışıklıklar ve mücadeleler içerisine girdi. Küçlük Bilge, kuzey bölgesinde Kırgızlar ile güç birliği yapan Tibetlilerin Türkistan üzerine ilerleme teşebbüsüne karşı koyarak bölgesini korudu. Bunun yanında isyan teşebbüsünde bulunan Karlukların başına yeni bir yabgu tayin ederek Karluklar üzerindeki otoritesini yeniden sağlandı. Ancak bu düzen çok sürmeden tekrar bozuldu.
Uygurların uzun süredir yaşadığı Ticaret ve Sanat merkezli hayat, toplumu sakin ve sefahat içerisinde yaşamaya alıştırdı. Bunun yanında mani dininin toplumun geniş kademelerine yayılmasıyla savaşçı kişiliklerini önemli ölçüde kaybettiler. Bölgesindeki güç dengelerini de kontrol altına alamayan Uygurlar, Karlukların isyanıyla birlikte iç karışıklıklarla karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar neticesinde Küçlük Bilge öldürüldü ve yerine Alp Külük yönetime geçti.
Alp Külük Dönemi (833 – 839)
İsyan ile yönetime geçen Alp Külük, Uygurların huzur içerisinde yaşadıkları döneme son verdi ve baş gösteren iç karışıklıklar kendi döneminde de yaşanmaya devam etti. Askeri vasıflarını kaybetmiş ve zayıflamış Uygurlar, hem iç karışıklıklar hem de kuzey bölgesinde birleşen Kırkız-Tibet topluluklarının oluşturduğu baskıyla uğraşmak zorunda kaldı.
Yönetimi süresince iç karışıklıklarla uğraşan Alp Külük, 839 yılına çok sert bir kış mevsimi ile karşılaştı. Ağır geçen kış, hayvan sürülerinin telef olmasına, Uygurların ticari faaliyetlerine büyük zararlarla karşılaşmasına sebep oldu.
Alp Külük, hem iç karışıklıklar, hem ağır gelen kış mevsimi ile zarar gören ticaret hayatıyla çok zor duruma düştü. Bu olanların üzerine sağ kolu olan Kürebir’in, batı bölgesinden gelen Şato Türk’leri ile işbirliği yaptığını öğrenince dayanamayarak intihar etti.
Alp Külük’ün intiharı ile yönetim, komutanı Külük Baga’ya geçtiyse de, büyük bir orduyla kuzeyden gelen Kırgızlar Külük Baga’yı mağlup ederek Uygurların tüm otoritesini ve devlet yönetimini yıktı.
Uygurların Yıkılışı (840)
Uygurlar, her ne kadar Şehir hayatına geçerek Ticaret, Sanat ve Kültürel yönlerden çok gelişmiş bir medeniyet haline gelmişlerse de, önceleri küçük bir din olan Maniheizm’in Uygurlar tarafından benimsenmesi Uygurların sonunu hazırladı. Tüccar Dini olarak görülen Maniheizm ile Uygurlar, savaşcı kişiliklerini kaybederek sakin ve mücadelesiz bir yaşama alıştılar. Bu yaşam tarzı Uygurların askeri gücünü çok zayıflattı ve büyük bir medeniyet olan Uygurlar, askeri yönden güçsüz ve dirayetsiz duruma geldi.
Uygurlar, Alp Külük önderliğinde başlayan isyan hareketi ile sarsılınca hızla zayıflamıştı. Alp Külük’ünde intihar etmesiyle de dirayetlerini koruyamadılar. Uzun süre baskı altında tutularak engellenen başka bir Türk boyu olan Kırgızlar, Uygurların zayıflamasını fırsat görerek 100 bin kişilik bir süvari ordusuyla Uygur şehirlerine girdiler. Alp Külük’ün intiharıyla başsız kalan Uygur devleti, zayıf ordusu ve otoritesiz askeri gücüyle bu saldırıya karşı koyamayarak yıkıldı.
Devlet otoritesi kaybolan Uygurlar, kurdukları muazzam medeniyetin yıkılmasıyla geniş kütleler halinde göç etmeye başladılar. Yıkılan hakan ailesinin mensupları tarafından ağırlıklı olarak iki bölgeye (Turfan ve Kansu) göç ettirilerek tarih sahnesine sonradan çıkacak olan Turfan Uygurları ve Sarı Uygurlar’ın temellerini oluşturdular.
Uygur Göçleri
Uygurlar, devletlerinin yıkılması ve Kırgızlar tarafından düzenlerinin bozulmasıyla yoğun göç hareketleriyle Türkistan coğrafyasının muhtelif bölgelerine göç etmişlerdir. Bu göçler muhtelif yönlere ve gelişi güzel gerçekleşse de hanedan soyundan olan Tigin'lerin önderliğinde belirli bölgelere planlı olarak göç hareketi yürütmüşlerdir. Bu göç hareketinden en yoğun ve dikkate değer olanları Turfan ve Kansu bölgelerine olan planlı ve toplu göçleridir.
Tarih kayıtlarında Sarı Uygur (Sarıg Yugur) ve Turfan Uygurları olarak geçecek bu iki göç kolu, Uygur kültürü ve devletini bugünlere kadar ulaştırmış olmaları bakımından oldukça önemlidir.
Bu yoğun iki göç hareketlerinden Kansu bölgesine göç eden Uygur topluluklarına "Sarı Uygurlar", Turfan bölgesine göç edenlere ise "Turfan Uygurları" ünvanı verilmiştir.
Sarı Uygurlar
Sarı Uygurlar, göç hareketinin sürdüğü 7 yıl boyunca varlıklarını zor şartlar altında sürdürmeye çalışmış, nihayetinde 847 yılında Kansu bölgesine yerleşerek KanChou (Kansu) Uygur Devletini kurmuşlardır. Yeniden özgürlüklerine kavuşma ümidiyle kurulan Kansu Uygur Devleti, Çin'e yakın bir coğrafyada bulunmaları ve yeterince güçlü olamamaları nedeniyle tek başına varlıklarını kabul ettiremeyip Çin'e bağlı bir Yarı Bağımsız devlet olarak varlıklarını sürdürdüler. 907 yılına kadar Çin'in Tang hanedanlığına bağlı olan Sarı Uygurlar, 940 yılına kadar Çin'e bağlılığını sürdürerek varlıklarını devam ettirdiler.
Askeri bakımdan ciddi bir varlıkları bulunmayan Sarı Uygurlar, yarı bağımsız devletleri ile yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktaydı ancak bulundukları coğrafyadaki güç dengeleri Uygurlar'ın karşı koyamayacağı kadar yoğundu. İlk tam bağımsızlık teşebbüslerini, 911 yılında Çin Hanedan adayını kuşatarak gerçekleştirseler de bu kısa süreli başarı tam bağımsızlıklarına kavuşmalarını sağlayamamıştır. 940 yılına kadar Çin'e bağlı kalan Sarı Uygurlar, 940 yılında bölgedeki diğer bir güç olan Kıtanların, 1028 yılında Tangut'ların, 1226 yılında ise moğolların hakimiyeti altına girmişlerdir. Uygur devletinin yıkılmasından sonra varlıklarını tek başına sürdüremeyen Sarı Uygurlar, bugün Çin'in Sincan Özerk Bölgesi'nde varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Turfan Uygurları
Yıkılan Uygur Devletinin Kırgız istilalarından kaçarak bölgeye dağılan topluluklarının bir kolu Kansu bölgesine doğru göç ederken diğer bir kolu da Turfan-Karaşar-Beşbalıg-Kuça-Hami şehirlerine doğru göç hareketi başlatmışlardı. Yerleşik düzene geçmiş olan Uygur toplulukları, Turfan bölgesinde küçük şehirler kurarak ticaret yapmaya ve yaşamlarını kendi yönetimleri altında sürdürmeye çalıştılar ancak başarılı olamadılar.
Son Uygur Hakanının yiğeni olan Mengi, 856 yılında kendisini kağan ilan ederek toplumunun önderliğini yaparak kendi bağımsızlığını ilan etmişti. Bölgedeki etken güç olan Çin'in, batısındaki Tibet baskılarından çekinmekteydi ve Uygurları kendilerine bağlı olması koşuluyla müttefik kabul ederek varlıklarını tanımıştır. Bunun yanında Çinden aldığı destek ile Kaşgar'a kadar olan bölgeye hakim olmuş ve tarımcılık faaliyetleri yürütmüştür.
911 yılına kadar Çin gölgesinde yarım bağımsız olarak yaşayan Turfan Uygurları, 911 yılında Kansu Uygurlarının Çin Hükümdar adayını kuşatması ve Çin ile giriştiği mücadelede üstünlük kazanması ile kendi bağımsızlığını ilan ettiler.
Uygurlar bu tarihten sonra ciddi bir varlık gösteremeseler de varlıklarını koruyarak tarih sahnesinde kalmaya devam ettiler. Gerçek anlamda bir askeri güce sahip hale gelemeyen Turfan Uygurları, bulundukları coğrafyada büyük bir güç haline gelen Müslüman Karahanlı devletinin baskılarına maruz kalarak güçlü bir devlet haline gelemediler. Uygurlar, Karahanlı dönemine kadar ağırlıklı olarak Budizm, Hristiyanlık ve Maniheizm dinine itibar etmekteydi. Karahanlı'lar döneminde başlayan ve Kargaş bölgesinden yayılan Müslümanlık hareketi ile birlikte Müslümanlaşmaya başlayan Uygurlar, zaman içerisinde diğer dinlerine itibar etmeyerek Müslümanlığı kabul etmişler ve günümüze kadar bu inanışlarını korumuşlardır.
Çin ve Karahanlıların baskıları altında varlıklarını devam ettiren Turfan Uygurları, 12. yy. itibariyle Moğol kökenli Kara Hıtaylara bağlanmış, sonrasında ise Cengiz Han döneminde Moğollara bağlı kalmıştır. Cengiz Han'ın istilaları döneminden sonra orta asyaya dağılan Turfan Uygurları, kültürlerini diğer toplumlar içerisin karışarak küçük parçalar halinde olsa bile halen devam ettirmektedirler.
Kaynak: www.turktarihim.com