Vizyonda bu hafta: Ürperten bir mutluluk; “Küçük Joe”
Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı
Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı
Mehmet Erduğan @mehmetsfilms [email protected]
Kendi yaşam süremde, her anlamda; ruhsal, duygusal, ahlaki açıdan sağlıklı, kültürel açıdan kaliteli bir üretimin her geçen gün azaldığı, teknoloji bu kadar üst seviyelerdeyken çürümenin ve dejenerasyonun bu kadar yoğun olduğu bir dönem yaşamamıştım.
Özellikle sonradan gelişmiş olmanın pek çok avantajını yaşayan Türkiye’de her şeyin en iyisi ve yenisini elde etmek, insanları hunharca bir tüketim toplumuna doğru hızla sürüklemeye devam ediyor.
Peki ama hükümetlerin ya da şirketlerin herkesi tek tipleştirerek bize yanıltıcı bir mutluluk ve eşitlik sağladığı böylesi bir dünyada gerçekten daha mutlu bir yaşam sürebiliyor muyuz?
Bu gelişmişliğin sağladığı mutluluk yağmurunda kendi benliklerimizi korumayı başarabiliyor muyuz?
Yoksa bu da yetmiyor, bize yetmeyen ya da bizi terk eden bir mutluluğun peşinden gitmenin alternatif yeni yollarını mı arıyoruz?
Bugün dünya artık başka bir şey. Uzun zamandır dünyayı kendi istediğimiz şekilde değiştirmeye çalıştığımız gerçeği de ortada. Ancak küresel ekolojik kriz raporlarından alınacak bir ders varsa o da tabiat ana ile asla uğraşmamalısınız.
Eğer uğraşacaksanız da sonuçlarına mutlaka hazırlıklı olmalısınız.
Ürperten bir mutluluk; “Küçük Joe”
Yönetmen: Jessica Hausner / Oyuncular: Emily Beecham, Ben Whishaw, Kerry Fox, Kit Connor, Phénix Brossard, Leanne Best, Lindsay Duncan / 105 dakika
Avusturyalı yönetmen Jessica Hausner’ın Cannes’ta Palme d’Or ödülü için yarışan filmi Küçük Joe (Little Joe), hikayesini biyoteknoloji bilinmezliğinde anlatan mütevazı bir bilim kurgu denemesi.
Kendini tamamen işine adamış öncü bir genetik mühendisi olan Alice Woodard ile proje ortağı Chris’in üzerinde çalıştığı ve laboratuvar şartlarında elde ettikleri; antidepresan etkisiyle bakıcısına “mutluluk” veren genetiğiyle oynanmış bir bitki üzerinden ilerleyen film, olay örgüsüne şüpheci yaklaşımıyla alegorik bir korku atmosferine de sahip.
Boşanmış ve tek çocuğu Joe’nin velayetini üstlenmiş işkolik bir bekar anne olan Alice, İngiltere’de en yeni teknolojilerle donatılmış bir serada yeni türler geliştirmeyi amaç edinmiş bir şirkette çalışan kıdemli bir bitki yetiştiricisidir.
Genç kadının uzun zamandır üzerinde çalışarak ürettiği bitki sadece güzelliği ile değil aynı zamanda depresyon ve anksiyete bozukluğunu tedavi edici etkisiyle de dikkat çekmektedir.
Üstelik mutlu bir dünyayı garanti eden bu bitki sadece Alice’in sektördeki övgüleri toplayarak gelecekteki kariyerine bir artı değer katması için değil, aynı zamanda iş vereni için finansal bir başarı sağlaması için de üretilmiştir.
Bu araştırma ve geliştirmeye kendini adamış olan Alice, boşanma sonrası aldığı terapi seanslarında oğlu ile yeterli zaman geçiremediği için suçluluk duyduğunu söylüyor.
Oğlunu seviyor, ama kariyer odaklı hayatında tek başına çocuk yetiştirmenin zorluğu altında da ezilmek istemiyor.
Bu suçluluk duygusuyla, fuarda görücüye çıkmasına sayılı günler kala Alice, şirketin kurallarına aykırı olsa da protokolü ihlal ederek bitkilerden birini evine götürüyor ve hem vicdanını rahatlatmak hem de oğluna bir jest yapmak için bu bitkiye Küçük Joe adını vererek çiçeği oğluna armağan ediyor.
Bitkiden sorumlu olan Joe annesinden gerekli talimatları alır. Ancak bitkinin bakımı öyle pek de kolay değildir.
Etkisini görebilmek için ona ihtiyaç duyduğu ilgi ve sevgiyi vermek, onu ideal sıcaklıkta tutmak, düzgün beslemek ve onunla düzenli olarak konuşmak gerekmektedir.
Çiçek ancak bu koşullar sağlandığında sahibini mutlu etmektedir.
Sentetik mutluluğun dehşeti
Anne ya da sevgi hormonu olarak da adlandırılan “oksitosin” yayacak şekilde üretilen bir bitki olan Küçük Joe, uzun sapı ve kırmızımsı çiçeğiyle, özellikle yetiştirildiği steril sera ortamında sıralanmış estetik görüntüleriyle bile insanı etkilemeye yetiyor.
Ancak yapılan klinik deneyler sonunda onunla temas eden ve polenlerini soluyanların ruh halini değiştirdiği gözlemlenen bitkinin kendisi güzel olduğu kadar tehditkar da görünüyor.
Klinik görüşmelerde denekler her zamankinden çok daha iyi hissettiklerine yemin ederken, yakınları şaşkınlıkla onların kesinlikle aynı insanlar olmadığında ısrar ediyor.
Oysa bu, insanları mutlu eden bir biyomühendislik çalışması. Ne yanlış gidebilir ki?
Ancak genel gidişatta sonuçların, bu sentetik mutluluğun yaratıcıları tarafından beklendiği gibi olmadığını söylemeye gerek yok.
Genetiğiyle oynanarak yaratılan bu tuhaf kırmızı bitki kokusuyla insanlara mutluluk verirken, polenini içine çekenlerde o andan itibaren belli belirsiz bir dönüşümle karakterlerinde de değişimlere neden oluyor.
Böylelikle, tasarımın bir parçası olarak alerjik etkilerini ortadan kaldırmak adına zaman darlığı nedeniyle test edilmemiş bir virüs ile steril hale getirilen ve biyomühendisler olmadan üreyemeyen bitki kendisine yapılmış bu müdahaleye bir tepki olarak sporlarını onunla temas eden diğer canlılara yerleştirerek kendine yeni bir yaşam yolu yaratmaya çalıştığı hissiyatı uyandırıyor.
Akıl ve duygu arasındaki savaş
Tasarladığı çiçeğe sahip olanların beyninde dopamin salgılanmasını sağlayarak onların ruh hallerini iyileştirmeyi amaçlayan Alice ve asistanı Chris, böylesi bir süreçte meslektaşlarının bir kısmının kendilerine karşı muhalefetleri ve düşmanlıklarıyla da karşı karşıyadırlar.
Çünkü onların genetik manipülasyonla ürettiği bu bitkinin polenlerinin serada başka bir deney bitkisinin topluca yok olmasına sebep olduğu düşünülmektedir.
Ancak hiç kimse, ilgi, sevgi ve düzenli bakım dışında başka hiçbir şey istemeyen bu bitkinin piyasada sağlayacağı ticari itibar ve gelir potansiyelini düşünerek sesini yükseltmemektedir.
Yine de Alice bu etki ve tepkilere umursamaz ve anlayışsız değildir. Ama o da şirketin yetkilileri gibi pazara hazır bir ürün elde etmek için olası tüm yan etkileri göz ardı etmeye meyillidir.
Ta ki projenin gözetmeni olan Bella’nın laboratuvara getirdiği köpeğinin polene maruz kaldıktan sonra aynı köpek olmadığını ve saldırganlaştığını ısrar etmeye başladığında işler garipleşene kadar.
Benzer şekilde biraz çekingen olan asistanı Chris’in özgüvenindeki değişim ve hatta oğlu Joe’nun yeni kız arkadaşı ile daha fazla vakit geçirmeye başlaması ve babası ile yaşamak istediğini dile getirerek kendisinden uzaklaşmasıyla onların tanıdığından daha farklı kişilere dönüştüğünü fark ettikçe Alice’in aklındaki şüphe tohumları tomurcuklanır.
Emin olmamakla birlikte her geçen gün daha fazla kişi enfeksiyona uğramış gibi çevresinde garip olaylar ortaya çıktıkça aklı ve duyguları arasında ikilemde kalır.
Bitkinin viral yollarla çoğalmak için onunla temas edenlerin kimyasını değiştirme ihtimalinin gerçekliği onu gittikçe korkutur. Nihayetinde Alice, yok edilmesi gereken bir canavar yarattığından endişelenmeye başlar.
Arthouse bir korku filmi
Film, Küçük Korku Dükkânı (Little Shop of Horrors) gibi bazı tematik filmlerin izinden gidiyor gibi görünüyorsa da Küçük Joe’nun etçil bir düşman olmadığını belirtmek gerek.
Aksine, aslında Küçük Joe film boyunca diğer tüm bitkilerden farklı olarak hiçbir şey yapmıyor; sadece büyüyor, çiçek açıyor ve polenlerini bırakıyor.
Fakat yine de görünürde bir fiziksel dönüşüm yoksa da insanların kişiliklerindeki neredeyse algılanamayan belli belirsiz davranışsal değişimler ortamda bir gerginlik ve korku havası estiriyor.
Bu yüzden bitkinin normal koşullarda oldukça olağan karşılanabilecek hareketleri bir soru işareti yaratıyor ve bitkinin masumiyetine gölge düşüyor.
Bitki çiçek açtığında ortaya çıkan keskin dalları neredeyse kötü niyetli görünmeye başlıyor. Polenini serbest bıraktığında çıkardığı küçük bir tıslama tedirgin ediyor.
Tüm bunlar olurken Küçük Joe hareket bile etmiyor. Ama buna gerek yok. Yine de bu bitkinin sinsi bir planı olduğu hissiyatı oldukça baskın çıkıyor ve onun bu kendi halindeki gelişimi insanlık için bir tehdit oluşturuyor.
Film başlangıcından itibaren oldukça titiz ve estetik bir yönetmenin elinden çıktığını açık bir şekilde gösteriyor.
Sade, abartısız ve hatta çoğunlukla soğuk ve donuk denebilecek performanslar arthouse bir kompozisyon içinde hikayeye huzursuz bir hava katmaya yetiyor.
Yetenekli oyuncu kadrosu, steril estetiği ve durgun dramatik yapısı ile kasvetli bir fütürizmi resmederken, yüksek perdeli ses tasarımı ve müzik tercihi klasik bir bilimkurgu çağrışımı da yapıyor.
Zarif sahne tasarımı ve berrak sinematografisindeki zıt kontrastlardaki dekorlar, yetmişli yılların bilimkurgu estetiğini çağrıştıran simetrik kadrajları ile tam bir görsel şölen sunuyor.
Bu açıdan baktığımda bu kategorize edilmesi kolay bir film değil.
Evet, Küçük Joe aynı zamanda bir korku filmi, ama bu bildiğimiz geleneksel anlamda bir korku türü değil. İnsanı koltuğundan sıçratan korkular ya da hortlaklar yerine daha sinsi bir istila türünü tasvir ediyor.
Buradaki en büyük korku, duygularımızın kontrolünün artık kendi elimizde olmadığını anlamaya başladığımızda ortaya çıkıyor.
İnsan ve davranışı
İnsanlığın kibri ve mutluluğun metalaşması üzerine klinik olarak stilize edilmiş bir yorum olan, gerilim ve paranoyanın birbirine karıştığı Küçük Joe; bilim kurgu, korku ve insan davranışlarının rahatsız edici bir karışımından ibaret.
Haliyle film boyunca böylesi bir karmaşanın içinde ister istemez ben de değişimlerin ne yönde olduğunu anlamaya ve aşağıdaki soruları cevaplamaya çalışırken buldum kendimi.
Köpeğin saldırganlaşmasında ağır bir psikolojik tedaviden çıkmış olan sahibinin manik depresif hallerinin bir etkisi var mıdır?
Chris, Alice’den beklediği ilgiyi göremediği için ya da onu daha çok etkilemeye çalıştığı için değişmiş olabilir mi?
Chris’e başlarda mesafeli duran Alice’in ona karşı değişen hisleri gerçekten aralarındaki duygusal çekim gücüne bağlı olamaz mı?
Joe’daki değişimler aslında ergenlik belirtileri ve büyümenin yansımaları mıdır?
Yoksa tüm bu değişimlerde bu bitkinin payı var mıdır? Eğer varsa, bir bitki gerçekten insan beynini enfekte edip onu kontrol edecek şekilde mutasyona uğrayabilir mi?
Alice’in çocuğu ve meslektaşları, bu hoş görünümlü çiçeklerden yayılan poleni soluduğu için mi değişiyor yoksa hepsi bir şüpheden mi ibaret?
Yoksa tüm bu olup biten boşandıktan sonra düzenli olarak terapiye devam eden Alice’in kendi kafasında yarattığı paranoid düşünceler midir? Aklını kaybeden Alice olabilir mi?
Tüm bu gelişmişlik altında dahi gerçek duyguları ölçmek ve niyet okumak çok kolay olmadığı için bunların cevabını vermek zor.
Fakat filmin yapımcıları bu temel ve insani soruları cesurca bu botanik gizemin merkezine ustalıkla yerleştirmeyi başarıyor.
Géraldine Bajard ve Jessica Hausner ikilisinin birlikte yazdığı senaryonun ana fikri ve alt metinleri bu bakımdan oldukça düşündürücüdür.
Filmdeki atmosferin ve dramatik gerginliğin çoğu senaryodaki belirsizliklerden, karakterleri algılayışımızdan ve bilimsel otoriteyi ne derece kabul ettiğimizden kaynaklanıyor.
Duygularımızı kontrol etme yeteneğimizi, gerçek dünyadaki korkularımız ile psikolojik sorunlarımız arasında ince bir çizgide yürüdüğümüzü gösteren “Küçük Joe”ya nasıl tepki verdiğiniz de antidepresanlara olan bakışınız ve yaklaşımınızla bağlantılı olacaktır.
Bu kapsamda yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar da tamamen olayı algılama biçiminize göre değişecektir.
Haftanın diğer filmleri
Apocalypse Now Final Cut
40. yılı vesilesiyle, Francis Ford Coppola’nın kendi kurgusu olan Final Cut versiyonunun restore edilmiş haliyle gösterime giren Apocalypse Now, Vietnam Savaşı sırasında ordu emirlerini hiçe sayarak hareket etmeye başlayan bir özel kuvvetler albayını öldürmekle görevlendirilen Yüzbaşı Benjamin Willard’ın bu gizli görev sırasında yaşadıklarını ve savaşın yıkıcılığını epik bir dille anlatıyor.
40. yılına özel olarak olarak gösterilecek bu efsanevi film Marlon Brando, Martin Sheen, Robert Duvall, Laurence Fishburn, Harrison Ford ve Dennis Hopper gibi muhteşem oyuncuları da bünyesinde barındırıyor.
Aslan Parçam
Okan Ege Ergüven’in yönettiği Aslan Parçam, kalbinden bir rahatsızlığı olan Ali ile onun için tüm fedakârlıkları yapan ağabeyi Zeki’nin hikayesini anlatıyor.
Ali, kalp rahatsızlığı olan bir gençtir. İyileşebilmesi için de ameliyat olması gerekmektedir. Film, kalp rahatsızlığı olan Ali ve onun ameliyatı için her türlü fedakarlığı yapan ağabeyi Zeki’nin yaşadığı zorluk ve trajikomik olayları ele alıyor.
İstanbul’dan Antalya’ya arsa satışı için yola çıkan ağabey Zeki ve kardeşinin yolda başlarına gelenler filmin odağında yer alıyor.
Astral Boyut
Chris Mul’un yönettiği Astral, annesinin ölümüyle zor zamanlar yaşayan ve astral seyahat deneyimini gerçekleştirmeyi kafaya koyan Alex’in hikayesini anlatıyor.
Annesinin zamansız ölümü ile sarsılan Alex, babasıyla olan ilişkisi de bozulduktan sonra manevi bir boşluğa düşer.
Alex, bir metafizik öğrencisidir ve bilimsel olarak astral seyahat ile ruhunu görünmeyen bir mekansal boyuta yansıtmayı öğrenmeye niyetlidir.
Astral seyahati denemeye başlayan Alex’in bedeni, dünyaya erişmek isteyen kötü niyetli ruhlar tarafından sarılır. Alex çok geçmeden annesinin karanlık geçmişini öğrenir ve ailenin bu ruhlar tarafından kuşatılan tek üyesi olmadığını öğrenir. Kendini gölgelerden ve kötü niyetli ruhlardan kurtarması için son bir aforoz töreninden geçmelidir.
Annesinin psikiyatrının ve görünmeyen varlıkları görebilen Michelle’in yardımını alan Alex, yaşadıklarının aslında bastırılmış geçmişinin bir parçası olduğunu öğrenir.
Barınak
Lilly Heart Marriott’ın yönettiği Sanctuary Population One, istila altındaki distopik bir dünyada zorlu bir yolculuğa çıkan Ethan’ın hikayesini anlatıyor.
Dünya yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Havadan bulaşan bir virüs insanları etkisi altına almaktadır. Genç ve idealist Ethan, epidemi sırasında enfekte olan diğer insanları kurtarmak için ailesini geride bırakır.
Kana susamış yağmacılar ve geçmişinin hayaletleri birbiriyle savaşırken ailesini bulmak için tekrar yola koyulur. Ancak enfekte olmuş insanların peşine düştüğü bu gezegende ailesini bulmak pek de kolay olmayacaktır.
Kara Noel
1974 yapımlı aynı isimli filmin yeniden çevrimi olan Black Christmas, okulların Noel tatiline girdiği dönemde bir parti vermek isteyen bir grup genç kadının, kendilerine dadanan siyah maskeli bir katile karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor.
Hawthorne Koleji tatil için sakinleştiğinde, Riley Stone ve onun “Mu Kappa Epsilon” kız kardeşleri; atlet Marty, asi Kris ve midesine düşkün Jesse üniversitenin güz döneminin sonlanmasına özel bir parti için salonları donatmaya hazırlanırken, siyah maskeli bir sapık da bu kardeşlik kulübündeki kızları tek tek öldürmeye başlar.
Kurbanların sayısı arttıkça, Riley ve ekibi, herhangi bir erkeğe güvenip güvenemeyeceklerini sorgulamaya başlar. Buna Marty’nin erkek arkadaşı Nate, Riley’nin yeni aşkı Landon ve hatta saygın Profesör Gelson da dahildir.
Katil her kim ise bu kadınların hiç kimse tarafından “kurban” edilemeyeceğini de keşfetmek üzeredir.
Lara
Oh Boy filmiyle tanınan Jan Ole Gerster’in yönettiği Lara, altmışıncı yaş gününde piyanist oğlunun konserine gitmeye karar veren Lara’nın, bu süreçte oğluyla olan ilişkisini ve kendi geçmişini sorgulamaya başlamasını konu ediniyor.
Şuursuz Aşk
Umut Ertek’in yönetmenliğini üstlendiği Şuursuz Aşk, seksenli yılların çalkantılı dönemlerinde, tek derdi annesine bakmak olan Yusuf ile geçmişiyle yüzleşmeye çalışan Menekşe’nin hikayesini anlatıyor.
Yusuf doğuştan engelli, siyasetten asla anlamayan, tek derdi, üniversitenin kampüs girişinde simit satıp annesine ekmek götürme kavgasındadır. İhtilalin kaos ortamından nasibini alan Yusuf, gözünü açtığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve hayatı bambaşka bir hal alacaktır.
Yusuf, dönemin akıl ve ruh sağlığı rehabilitasyon merkezine sevk edilir. Menekşe ise uzun zamandır hastanede ve geçmişinin silinmeyen izleriyle boğuşmaktadır. Yusuf, aynı hastanede rehabilite olan Menekşe ile karşılaşır ve her ikisinin de tamamen yabancı olduğu aşk duygusuyla şuursuz bir şekilde tanışarak; yeniden doğarlar.
Aşk, intikam, vefa ve psikolojik travmalar çemberinde yüzen, yarım kalmış insanların, gerçekçi bir anlatımla, kaleme alınmış etkileyici hikayesinde dönemin sistemini ve gerçeklerini hissederek tarihte hüzünlü bir yolculuğa çıkacaksınız.
Aynı zamanda oldukça renkli karakterlere sahip hastaların da zaman zaman güldüren dünyalarına şahit olacaksınız.
Rafadan Tayfa 2: Göbeklitepe
2018 yılında gösterime giren ve toplamda 1,8 milyon seyirci tarafından izlenen Rafadan Tayfa: Dehliz Macerası’nın devam filmi Rafadan Tayfa 2: Göbeklitepe, Rafadan Tayfa ekibinin maceralarını tarihi Göbeklitepe’ye taşıyor.
Göbeklitepe’nin keşfi ve devamında yapılan kazılar, tüm dünyada büyük bir heyecana neden olur. Akın, gözlerin Göbeklitepe’ye çevrildiği günlerde Şanlıurfalı arkadaşı Veysi’den gizemli bir paket alır.
Akın, paketin içerisinden çıkan bakır siniye anlam veremezken Veysi’den gelen bir telefon durumu daha da karmaşık bir hale getirir. Panik içerisindeki Veysi, birilerinin peşinde olduğunu söylediği sırada telefon kesilir. Tayfa’nın ilginç motiflerle süslenmiş sininin Göbeklitepe’yle ilgili olduğunu anlaması çok uzun sürmez.
Göbeklitepe’nin kaşifi Başkan Amca, Kuşçu Baba’nın yakın bir arkadaşıdır. Çocuklar hep birlikte hem siniyi Başkan Amca’ya göstermek hem de Veysi’yi bulmak için İstanbul’dan Şanlıurfa’ya uzanan bir yolculuğa çıkarlar.
Bir kuyruklu yıldız olan Halley’in dünyamızı ziyaret ettiği bir dönemde çocuklar, yolculuklarının fantastik bir maceraya dönüşeceğinden habersizlerdir. Ve bir de davetsiz misafirleri vardır; Patron Kazım Amca...
The Independentturkish