Washington Enstitüsü’nün Türkiye raporu ve darbe tartışması

Siyasi manzara iktidar açısından parlak değil

Washington Enstitüsü’nün Türkiye raporu ve darbe tartışması




Mart’ta Washington Enstitüsü’nün araştırmacılarından Nick Danforth imzasıyla yayımlanan “Türk Demokrasisinin Görünümü: 2023 ve Ötesi” başlıklı rapor beş ana bölümden oluşuyor.  Birincisi, AKP’nin ve esasen Erdoğan’ın yükselişini, bugünkü gücünün dayandığı alanları ortaya koyuyor. İkincisi, Erdoğan’ın dar kadrosu üzerinde duruyor. Üçüncüsü, Erdoğan’ı destekleyen şirketler ve medya üzerinde duruyor. Dördüncüsü, Erdoğan’ın bütün gücüne rağmen Mart 2019 Yerel Seçimlerinde ve özellikle İstanbul’da 23 Haziran’da tekrarlanan seçimde yaşadığı yenilgiyi değerlendirerek AKP iktidarının yenilebileceğinin görüldüğü yorumunda bulunuyor. Beşincisi, olası bir erken genel seçimde veya 2023’teki olağan seçimlerde öne çıkabilecek muhalefet aktörlerini değerlendiriyor.

16 sayfalık analizde ortaya konulanlar ile Saray’ın dar kadrosunun son günlerde başlattığı darbe tartışmaları arasında bir bağ kurulduğunu düşünebiliriz. İktidar koronavirüs sürecinden bir başarı öyküsü çıkararak siyasi alanı yeniden dizayn etmek için bazı politik adımlar atmak istiyor. Özellikle muhalefetin ön plana çıkan figürleri üzerinden ‘darbe’ tartışmasını yoğunlaştırarak artan etki güçlerini kırmayı planladıkları anlaşılıyor.

Washington Enstitüsü’nün raporunda da Erdoğan’ın iktidarını koruma çabalarını ve sonunda görevden ayrıldığında kimin yerini alabileceğini ele alan rapor hem Cumhurbaşkanı’nın ailesini ve yakın çevresini analiz ediyor hem de dar bir çekirdek kadroyla ülkeyi nasıl yönettiğini değerlendiriyor.

İktidar içi dengede aile

Reporda aile kadrosu Berat ve Esra Albayrak, Serhat Albayrak, Bilal Erdoğan, Selçuk ve Sümeyye Bayraktar ve Ziya İlgen olarak sıralanıyor.

Kabinede etkin olan ancak eleştirilerle karşı karşıya kalan ve ekonomiyi iyi yönetme becerisini gösteremeyen Berat Albayrak’ın aşamalı olarak geri plana düşmesi ve Selçuk Bayraktar-Sümeyye Erdoğan Bayraktar ikilisinin ön plana çıkması sürpriz olmaz. Dahası aile içerisinde politik ilişkilerin ve dengelerin değişmesi gündeme gelebilir. Babasının hem sırdaşı hem de gönüllü danışmanı olan Sümeyye’nin Erdoğan ailesi adına ön plana çıkması, eşi Selçuk Bayraktar’ın savunma sanayi teknolojisinde elde ettiği başarılar cumhurbaşkanı için yeni bir ölçü olabilir. Aile içi damatlar rekabetinin oluşması sürpriz olmaz.

Kabine üyeleri ve bürokratlar

Kabine alt başlığında, Erdoğan’ın kabinesinde etkili olan üç bakana (Süleyman Soylu, Mevlüt Çavuşoğlu, Abdülhamit Gül), Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a ve Diyanet İşler Başkanı Ali Erbaş’a yer verilmiş. Diğer iki bakandan Berat Albayrak aile grubu içerisinde ele alınmış, Hulusi Akar da savunma ve güvenlik başlığında değerlendirilmiş. Koronavirüs sürecinde öne çıkışı nedeniyle bu listeye Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da eklenebilirdi. Bürokrat olarak Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal’ın da adı ön plana çıkartılmış.

Kabinede 17 bakan bulunuyor. Bunların tamamının aslında bölüm sekreterleri olarak bir misyonları bulunuyor ve etki alanları çok sınırlı olduğu için kimse isimlerini hatırlamaz. Ancak iktidar dengeleri bakımından esasen 6 bakanlık ön plana çıkıyor.

Albayrak, Soylu ve Gül arasındaki iktidar içi rekabet belirgin olarak hissediliyor. Albayrak’ın arkasında kayınpederinin ve Pelikan Grubu’nun desteği, Soylu’nun arkasında MHP ve bir ölçüde kamuoyu desteği, Gül’ün arkasında ise Erdoğan’ın geçici bir desteğine ilaveten kayınpederi Şeref Malkoç’un ve nispeten de kamuoyunun desteği bulunuyor. Bütün bunlar arasındaki dengeyi Erdoğan belirliyor ya da belirleyecek.

Erdoğan’ın Ali Erbaş üzerinden Diyanet İşler Başkanlığı’nı çok daha ciddi olarak kontrol edeceği anlaşılıyor. Diyanet’in doğrudan iktidarın bir kurumu olarak işlevleneceğine dair çok sayıda veri ortaya çıktı. Aynı şekilde Murat Uysal üzerinden Merkez Bankası üzerinde tam bir hakimiyet sağlayacağı görülüyor. Merkez Bankası’nın bağımsız politika belirlemesi artık mümkün görünmüyor. Bu nedenle Merkez Bankası krizi uluslararası alanda çok daha fazla gündeme gelecektir.

Saray danışmanları

Rapor Saray Danışmanları üzerinde de duruyor. Erdoğan’ın birlikte hareket ettiği ve birçoğunu uluslararası gezilere götürdüğü değişik alanlarda 21 başdanışmanı bulunuyor. Bu baş danışmanlara bağlı kaç danışman var bilinmiyor. Raporda, İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Mustafa Varank, Gülnur Aybet, İlnur Çevik ve Yiğit Bulut’un isimleri ön plana çıkıyor.

Bunlar içerisinde Erdoğan’a çok yakın olup ön plana çıkan 3 kişi Saraya’da önemli bir etkiye sahip. İbrahim Kalın: Erdoğan’ın sözcüsü olmasının ötesinde fiili Dışişleri Bakanı olarak görev yapıyor. Fahrettin Altun: Erdoğan’ın iletişim direktörüdür olarak önemli bir işlev üstlenmiş durumda. Mustafa Varank: Türkiye sanayi ve teknoloji bakanı olmasına rağmen basında “AK Troller” olarak da bilinen AKP yanlısı Twitter kullanıcılarından oluşan bir ‘orduyu’ örgütleyen kişi olarak biliniyor.

Ordu ve istihbarat

Rapor 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana Erdoğan’ın ordu içerisindeki güç dengelerini kendi lehine değiştirmeye çalıştığına dikkat çekiyor. Orduda dikkatlerin içten dışa özellikle Suriye’ye ve Libya’ya yönlendirdiği belirtiliyor. Ordu ve İstihbaratta özellikle Hulusi Akar, Hakan Fidan, Yaşar Güler, Cihat Yaycı ve Adnan Tanrıverdi isimleri öne çıkıyor. 

Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrası Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürmesi ve Cumhurbaşkanlığı sisteminde Savunma Bakanı olarak görev alması, gücünü koruduğu ve artırdığı şeklinde değerlendiriliyor. Ordu üzerinde halen belirgin bir etkisi olan Akar, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile özel bir ilişki kurmuş durumda. Ordunun komuta kademesinde Akar’ın var olan etkisi ve ağırlığı Erdoğan için dikkat çeken bir durum.

Adnan Tanrıverdi de emekli bir askeri olarak Erdoğan’ın askeri başdanışmanı olarak görev yapması ve AKP yanlısı milisleri eğittiği iddia edilen SADAT’ın kurucusu olmasıyla dikkatleri üzerine çekmişti. Tanrıverdi istifa etmedi, zorunlu olarak istifa ettirildi. Bu istifanın nedeni Erdoğan’ı ‘mehdi’ olarak görmesi değil, bölgesel politikalarda üstlendiği görevle doğrudan ilişkiliydi. Hakan Fidan, halen cumhurbaşkanın sırdaşı olarak MİT müsteşarı olarak görevinin başında bulunuyor. Ancak geçmişten farklı olarak medyada fazla boy göstermiyor. Fidan’ın geleceği ve kaderi de cumhurbaşkanı ile bütünleşmiş durumda.

İktidarın psikolojik savaş merkezleri olarak Pelikan Grubu ve SETA ön plana çıkıyor. İktidar, medyanın önemli bir kesimini kontrol altına aldı. Daha önce tartışılan kanallara ve gazetelere ek olarak, özellikle psikolojik savaşı örgütleyen bu iki kurum ön plana çıkıyor.

Siyasi manzara iktidar açısından parlak değil

Rapor, Türkiye ekonomisinin birçok gözlemcinin beklediği gibi 2016’dan beri kötüye gittiği ve TL zayıfladıkça ve Türkiye’nin borçları arttıkça çöküşün daha da yakınlaştığını söylüyor. Artan fiyatların ve yükselen işsizliğin seçmen memnuniyetsizliğini körüklediğine ve Erdoğan için ‘gerçek bir krize yol açabileceğine’ dikkat çekiyor. Türkiye ile ABD ve AB arasındaki ilişkilerin de bir kırılma noktasına gelmeden sürekli kötüleştiğini, Rus S-400 füzelerinin satın alınması nedeniyle yaşanan gerilimlerin ortasında kalan Erdoğan’ın, yaptırımları ortadan kaldırmak için Trump ile olan ilişkisini kullanmaya çalıştığını ancak beklenilen güçlü desteği alamadığını yazıyor.

Erdoğan yıllarca muhaliflerini kendisine karşı komplo kurmakla suçladı ve tabanını elde tutmayı başardığına, ancak rakiplerinin etkili bir şekilde birlikte çalıştığı 2019 yerel seçimleriyle, İstanbul Belediye Başkanlığı yarışında Ekrem İmamoğlu’nun dramatik bir zafer kazandığına, böylelikle Erdoğan’ın kaybedebileceğinin görüldüğüne ve muhalefete güven geldiğine vurgu yapılıyor.

Erdoğan için bir başka risk olarak da MHP ile ittifakın zorunluluğuna dikkat çekiliyor. Özellikle Bahçeli’nin sağlığındaki olası kötü bir durumla MHP’nin Erdoğan’a olan desteğinin sorunlu hale gelebileceği belirtiliyor. Aynı şekilde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi önemli figürlerin AKP’den ayrılıp yeni partiler kurmalarının Erdoğan'ın için politik bir risk taşıyabileceğine dikkat çekiliyor.

Erken seçim olasılığı

Erdoğan seçimleri 2023 öncesinde yapılmayacağını belirtse de erken genel seçim zemini güçleniyor. Bugünkü ekonomik, politik ve toplumsal tablo ise 2021 yılı içerisinde bir erken genel seçim olasılığına işaret ediyor. İktidarın da bu olasılığı dikkate alarak muhalefete çok yönlü operasyon çekme hazırlığında olduğu görülüyor.

Erken seçim olasılığı üzerinde duran raporda muhalefet içerisinde ön plana çıkan politik liderler şöyle sıralanıyor: Selahattin Demirtaş, Ekrem İmamoğlu, Canan Kaftancıoğlu, Meral Akşener, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Abdullah Gül.

Erdoğan-Bahçeli ikilisi, çok farklı politik eğilimlere sahip olan bu muhalefet liderlerinin bir araya gelmesinin oldukça zor olduğunu görüyor. Muhalefette HDP dışındaki mevcut partilerin Kürtleri temsil eden güçlerle bir araya gelmesinin çok zor olduğunu düşünerek, özellikle HDP’ye yönelik sürekli operasyon yaptırıyor, yöneticilerini tutuklatıyor, belediyelerine kayyum atıyor. Böylelikle HDP’yi izole ederek çalışamaz duruma getirmek isteniyor. Kürtler için sembol hale gelen Demirtaş’ı cezaevinde tutarak diğer partilerin HDP ile ittifakını engellemeye çalışıyor. Çünkü Kürtlerin yani HDP’nin desteğini almayan hiçbir adayın başarı şansının olmayacağının farkında.

Diğer bir husus CHP’nin başarısında önemli bir katkısı olan iki kişiye karşı hamlelerdir. İktidar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu işlevsizleştirerek itibarsızlaştırıp başarısız göstermek ve İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu hapis cezası verdirerek siyasetin dışına atma çabasında. Washington Enstitüsü raporunda da CHP’de bu ikili muhalefet aktörleri olarak ön plana çıkıyor.

CHP’ye karşı operasyon, koronavirüs sürecinde İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin, Eskişehir başta olmak üçere 11 Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü çalışmaların ‘paralel devlet’ iddiası ile soruşturmaya tabi tutulmaları, CHP’nin darbe çağrısı yaptığı propagandasının açık bir soruşturmaya dönüştürülmesi yönünde hazırlıklar da ‘Erken Seçim’ olasılığını güçlendiriyor.

Bütün bu politik hamleler tutmadığı takdirde…

AKP’yi desteklediği bilinen ‘gazeteci’ Fatih TezcanYouTube kanalında şu ifadeleri kullanıyor: “Tayyip Erdoğan’ı devireceğiz, idam edeceğiz diyorsunuz. Karınızı, çocuklarınızı nasıl koruyacaksınız bizden? Erdoğan’ın bir damla kanına milyonlarca kan dökülür bu ülkede. Erdoğan’a öyle bir şey yaparsanız, tırnağı kanarsa eğer bu ülkede başınızın neler geleceğinden haberiniz var mı? Biz bir daha sokağa çıkarsak eğer kimleri toplayacağız, listelerden haberiniz var mı sizin? Tayyip Erdoğan’a darbe idam vs. olursa zulalardan, listelerden, yaşanacaklarından haberiniz var mı? Yiyorsa çıksanıza…”

Esra Elönü’nün ÜlkeTV’de sunduğu ‘Arafta Sorular’ programına konuk olan yazar Sevda Noyan, “15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Boş bulunduk… Yanlış anlaşılmasın, doğru anlaşılsın; bizim aile 50 kişiyi götürür. Bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak. Liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz bu ülkede, onu söyleyeyim. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim sitede hâlâ 3-5 var, benim listem hazır” diyor.

Mehmet Emin Göç ise bir kavanoz mermi gösteriyor ve şu açıklamayı yapıyor: “Ben has Karadenizliyim, bi dolu var, gö…de patlamasını istemiyorsanız adam olun, reise bir şey olur ya da darbe olursa hiç kuşkunuz olmasın önce sizi öldürürüm.”

Peki, arka arkaya yapılan bu açıklamalar münferit tepkiler mi yoksa belirli bir merkezden mi yönetiliyor. Açıklama yapan kişilere bakıldığında sıradan olmadığı ve bilinçli bir tercih ile yapılan açıklamalar olduğu görülüyor. İktidarın bu tür açıklamalara ciddiye alınabilecek bir tepki göstermemesinin de bir tesadüf olmadığı açıktır. Bir nokta dikkat çekici, bu tür açıklamaları yapanların geçmişte ‘Fethullah Gülen’i savunmak için’ de benzer bir militanlık göstermeleridir. Bunlar Gülenci mi? Erdoğancı mı?

İktidar, ‘CHP darbe çağrısı yapıyor. Erdoğan’ı yasal olmayan yollarda devirmek için bir yerlere mesaj veriyor’ gibi açıklamaları arka arkaya yaparken yanılgı içindedir. Devlet-Politika-Güç ilişkileriyle hiçbir bağı olmayan tamamen psikolojik savaşa dayanan bu tür açıklamalar esasen iktidara zarar verecektir.

Öncelikli olarak iktidarın devlet bürokrasisine hakimiyeti dikkate alındığında muhalefetin darbe yapacak hiçbir gücü olmadığı gibi muhalefetteki aktörler politik olarak öyle bir yönteme başvurmanın bütünüyle kaybetmek anlamına geleceğini bilgisine ve deneyimine sahiptir.

Ayrıca hükümetin bunu kışkırtarak toplumda bir saflaşma yaratması ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasındaki gibi toplumsal bir mutabakatın olacağını beklemesi süreci bütünüyle yanlış okuduğunu gösteriyor. Politik ve toplumsal atmosfer bütünüyle farklı, bu tür yönelimler doğrudan iktidara kaybettirir.

İktidarın, koronavirüsün yaratacağı ekonomik ve toplumsal sorunları darbe tartışmalarıyla arka plana itmeye çalışması ve hatta bir kısım insanlara iç çatışmayı tetikleyecek açıklamaların yaptırılması, toplumsal krizi şiddetlendirir ve kendi eliyle darbeye zemin hazırlar. 1961, 1971, 1980 darbelerine nasıl zemin hazırlandığı halen hafızalardadır.

AKP ve Erdoğan, darbe tehlikesinin nereden geldiğini görmek istiyorlarsa Rand Corporation tarafından Pentagon için hazırlanan Türkiye Raporu’na bakmalarında yarar var.

Türkiye’de darbe için ne politik ne de toplumsal bir ortam var. Darbelerle iktidar olmak isteyen kim olursa olsun kaybeder. Politik aklı olan herkes bu gerçeği görür ve bilir. Bu tartışmayı gündemde tutmak, bunun üzerinden muhalefete yüklenmek daha çok AKP’nin iç rekabetini ve çatışmasını derinleştirir. O da kazanan değil kaybeden olur.

 Mustafa Peköz / AÇIK GAZETE

Kaynak:

https://www.acikgazete.com/washington-enstitusunun-turkiye-raporu-ve-darbe-tartismasi/