Yaklaşık 13 bin 500 civarı kadın mahpus var, anneleriyle kalan 0-6 yaş bebek ve çocuk sayısı ise 640.

"Ben ne kucakta büyüdüm ne de kucakta büyüttüm. Şimdi de torunumu büyütemiyorum."

Yaklaşık 13 bin 500 civarı kadın mahpus var, anneleriyle kalan 0-6 yaş bebek ve çocuk sayısı ise 640.




Mahpus kadınlar...

Yaklaşık 13 bin 500 civarı kadın mahpus var, anneleriyle kalan 0-6 yaş bebek ve çocuk sayısı ise 640. Kadınların tahliye sonrası hayatları için yeterince çalışma yapılmıyor, var olan az sayıdaki çalışmalara sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin katılımı engelleniyor. Kadın mahpuslar ile ilgili çok çarpıcı bilgiler veren araştırmanın hem yöneticiler hem de sivil toplum örgütleri tarafından değerlendirilmesini umuyorum.

Zafer Kıraç* [email protected]

"Dört yıldır gelen gidenim, para yatıranım yok. Tekstil atölyesinde çalıştığım için (idareden) yardım alamıyorum. Hasta olduğumda param kesiliyor. 110 TL’den 60-70 TL’ye düşüyor aylık gelirim. Bu parayla kantinden ne alacaksın? Kendimi kısarak idare ediyorum."

"Ben ne kucakta büyüdüm ne de kucakta büyüttüm. Şimdi de torunumu büyütemiyorum."

DÖRT DUVAR KADINA NE YAPAR?

Türkiye hapishaneleri üzerine yoğun tartışmalar her zaman oldu ama yaşanan hak ihlalleri için sivil toplum örgütlerinin, mahpusun sesini duyurma çabaları hiç bu kadar karşılıksız kalmamıştı. Kadın mahpusların insan hakları örgütlerine yaptıkları şikayetler çığ gibi büyüyor. Hapishaneleri yönetme anlayışında erkek mahpusların kadınlardan her zaman daha fazla olması, kadınlara özgü ihtiyaçların ihmal edilmesine yol açıyor. Böylelikle kadınların hapishanelerde de ayrımcılığa maruz kaldıkları biliniyor. 

‘Dört Duvar Kadına Ne Yapar?’, çeşitli sosyolojik araştırma teknikleri kullanılarak gerçekleştirilen saha çalışması verilerinin, hapishane sosyolojisinin araçları kullanılarak yapılan değerlendirmesini içeriyor. Kitap, gözaltı sürecinden itibaren ceza infaz sistemi içerisinde kadınların yaşadıklarına odaklanıyor. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyeleri, İpek Merçil ve Seçil Doğuç Ergin’i emekleri ve alana çok önemli bilgiler kazandırdıkları için kutluyorum ve sözü onlara bırakıyorum. 

Araştırmanın amacı ve kullandığınız yöntem neydi?

Ergin: Bugüne dek hapishane araştırmaları alanında görece ihmal edilmiş iki gruba yoğunlaşmak amacıyla yola çıktık. Kadınların ceza adaleti sistemiyle ilişkisi, ceza politikaları, hapsedilme deneyimleri ile kadın hapishanelerinin yapısı, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de görece kenarda kalmış konular. Kadınlar açısından hapishane dünyasının ne ifade ettiğini, nasıl yaşandığını, hangi yaşam olayları neticesinde kendilerini bu kurumda bulduklarını, hapishaneye varana dek neler yaşadıklarını ve adalet sistemiyle kurdukları ilişkiyi, bu deneyimin onların kadınlık ve annelik deneyimleri ile benliklerinde yarattığı dönüşümü anlamak amacıyla yola çıktık. İkinci olarak da bizler çalışmamızda adli mahpuslara yoğunlaştık. Siyasi mahpuslar üzerine ya da onların kendi tanıklıkları ya da anılarından oluşan görece bir belge birikimi bulunuyor, oysa adli mahpuslar, kadın ya da erkek, yine bu alanın ihmal edilmiş kesimlerini oluşturuyordu.

Merçil: Nisan 2011-Mayıs 2012 tarihleri arasında Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda gerçekleştirildi. Derinlemesine görüşme, anket ve katılımcı gözlem gibi farklı sosyolojik araştırma teknikleri bir arada kullanıldı. Hukukçu ve sosyologlardan oluşan araştırma ekibi tarafından 120 mahpus ile anket, 40 hükümlü ve 40 infaz koruma memuru ile derinlemesine görüşme yapıldı. Kurumda çalışan vaize, öğretmen, sağlık memuru, hemşire ve doktorla ve çeşitli ceza infaz personeli ile de derinlemesine mülakatlar gerçekleştirildi. 

Kadınlar nasıl yaşıyorlar?

Seçil Doğuç Ergin

Ergin: Hapiste zamanın da mekânın da apayrı iki anlamı, dış dünyadakinden ayrı deneyimlenme biçimleri ortaya çıkıyor. Dışarıdaki zaman, hayatın aktığı, ilerlediği ve dönüştüğü duygusunu veren yaşam olaylarıyla, deneyimler ve eylemlerle dolu geçen, bitimli ve sınırlı bir kaynak olarak algılanır. Hapiste ise zaman her günün birbirini tekrar ettiği, olaysız, içi boşaltılmış, el konulmuş, tüketilip öldürülmesi gereken bir şeye dönüşüyor. Keza mekân da, kısıtlanmanın, denetlenmenin, dışlanmanın mekânı olarak soğuk, sahiplenmenin pek mümkün olmadığı bir mekân olarak tasarlanmış oluyor. 

Mekânı sahiplenme ve dönüştürme eğilimi var. Koğuş odasını ev içine benzetmek, yaşanabilir, sıcak bir sığınak haline getirmeye çalışarak mekâna direndiklerini söyleyebiliriz. Odalar kişisel bakım yapmak, örgü örmek, boncuk yapmak, televizyon izlemek gibi tek kişilik meşgalelerle koğuştan bir iki “komşunun” davet edilerek sohbet edildiği yerler, yani biraz daha yakınlık ve mahremiyet alanları. Ortak alanlar ise hep birlikte paylaşılan acılar ve sevinçli haller dışında tekinsiz olabilecek, soğuk, sahiplenmesi zor mekanlar gibi deneyimleniyor. 

Ergin: Koğuş içi gündelik hayatın akışını büyük oranda kurumsal işleyiş belirliyor ama tek belirleyen de bu değil. Hapishanede zamanın algılanışı ve yaşanma biçimi mevsimsel döngüler, hafta sonu-hafta içi ayrımı, ziyaret günleri gibi özel günlere de bağlı oluyor. Bir mahpus kurum içi bir eğitime, atölyeye katılıyorsa ya da çalışıyorsa onun günü sabah erken saatlerde başlayıp, gece görece erken bir saatte yatacak şekilde ve koğuşun dışında bol zaman geçirerek geçiyor. Ancak büyük çoğunluk için, eğer görüş, hastane ya da mahkeme günü değilse, günün tamamı koğuşun içinde geçiyor. Bu kolektif hayatın akışında, yemeğin alınması ve koğuşun temizlenmesi gibi işlere dair belli bir iş bölümü söz konusu. Ancak bireysel düzeyde bakıldığında, özel olarak bunun dışına çıkmak isteyen mahpuslar haricinde gece uyanık kalıp gündüz uyumaya dayanan, televizyonun çokça yer kapladığı, uykunun, depresyonun ve antidepresanların etkisinde bir ilişki kuruluyor zamanla. 

Koğuş yaşamında dayanışma ve iktidar ilişkileri nasıl gerçekleşiyor?

Ergin: Kadınlar açısından hapsedilme deneyimi benliklerini en çok ilişkisel rollerine vurduğu darbeyle yaralıyor. Anne olarak, evlat olarak, eş ya da sevgili olarak kendilerini olumlu bir biçimde tanımlamalarında bir kopuş yaratıyor hapsedilmek. Aynı zamanda bu ilişkilerin kopmasından, bakımından sorumlu oldukları kişilerin, başta çocuklarının, akıbetinden duydukları endişe yaşadıkları acının en büyük payını oluşturuyor. Buna karşılık, kadınlar hapsedilmenin acılarıyla da ilişkiler aracılığıyla baş etmeye çalışıyorlar. Mahpusların çoğu için hapiste güven ve dayanışmaya dayalı bir ortam yok. Bunun yerine iki üç kişilik gruplaşmalar ve arkadaşlıklar yaygın. Bu arkadaşlıklarda birbirine madden de destek olmak söz konusu. Bazen mahpusun geçmişi ve suç hikayesini bazen de koğuş içi yaşamda yapıp ettiklerini ve söylediklerini konu alan dedikodu ise toplumsal denetimi sağladığı gibi sözünü ettiğim küçük gruplara dahil olma, bunları yeniden şekillendirme ve bunlardan dışlanma süreçleriyle de doğrudan ilişkili bir etkinlik olarak görülmektedir.  

Personel mahpus ilişkisi nasıl?

Ergin: Mahpusların infaz koruma memurlarıyla ilişkilerini değerlendirirken en çok önemsedikleri şeyin ‘saygı görmek’ olduğunu söyleyebilirim. Mahpusu insan yerine koyduğunu tavır ve davranışında hissettiren memur, mahpuslar tarafından daha fazla takdir ediliyor, seviliyor. Bu saygı hem toplumsal hayatımızdaki basit nezaket beklentilerini hem de mahpusun ihtiyaçlarını duymayı, ciddiye almayı, onun durumuna anlayış göstermeyi içeriyor. Tabii memur da mahpustan anlayış ve saygı gördüğü oranda ona karşı tavrını yeniden düzenleyebiliyor. Şüpheye, güvensizliğe ve güvenlik kaygısına yaslanan bir kurumsal işleyişte insani ve manevi yanı da olan bir ilişki iki taraf için de zor.

Hapishane ve annelik, zorluklar neler?

İpek Merçil

Merçil: Araştırmamıza katılan mahpusların yüzde 71’inin çocuğu vardı. Çocuklar hapsedilme sırasında da kadınların hayatında merkezi bir öneme sahip ve mahpuslar kendileriyle birlikte bulunan çocuklarının olduğu kadar dışarıda bıraktıkları çocuklarının da anneleri olarak sorumluluk almaya devam ediyorlar. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde araştırmamıza başladığımız zaman anneleriyle birlikte kalan 0-6 yaş arasında 50 çocuk var. Türkiye’nin en büyük kadın hapishanesi olmasına rağmen çocuklarıyla birlikte kalan kadınlara ev sahipliği yapmak üzere düzenlenmemiş ve çocuk dostu olarak inşa edilmemiş.

Hapishanede çocuklarıyla birlikte kalan anneler cezaevinin fiziki koşulları, bir çocuğu barındırmak için çok sınırlı imkanlar ve diğer mahpuslarla ortak alanları paylaşma zorunluluğu nedeniyle pek çok sorun yaşıyorlar. Ekonomik sıkıntıları olan mahpuslar çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılamak için diğer mahpusların desteğine muhtaç oluyorlar. 

Kadınlık deneyimleri neler?

Merçil: Hapishaneler tek cinsiyetli mekanlardır. Bir mahpus ‘ancak tuvalete gittiğim zaman kadın olduğumu hatırlıyorum’ demişti. Görüşler mahpuslara kadınlıklarını hatırladıkları diğer vesilelerdir. Karşı cinsin olmadığı tek cinsiyetli mekân da kadın mahpuslar zamanla kadınlıklarından uzaklaşarak erkeksi tavırlar edinebilirler. Mahpusların pek çoğu tavırlarına dikkat etmekten vazgeçtiklerini, konuşma ve davranış şekillerinin değiştiğini küfür etmek, sürekli kavga etmek gibi erkeklikle bağdaştırdıkları eylemleri hapishanede öğrendiklerini belirtmişlerdir. 

Kantinde satılan makyaj malzemeleri ve saç boyası, ağda gibi bazı sınırlı kişisel bakım ürünlerine ulaşabilirler ve beraberlerinde çok az kıyafet bulundurabilirler. Bu kıyafetlerde genellikle rahat hareket etmelerini sağlayacak eşofman veya pantolon gibi daha spor kıyafetlerdir. Yaşlanmak, dışarı çıktığında girdiği durumdan kötü olmak, kadın mahpusların kaygı ve sıkıntı kaynağıdır.

Hapishane işleyişi mahpusun eksiklerini tamamlamasına yardımcı oluyor mu?

Merçil: Mahpusların büyük bir çoğunluğu hapishanenin bir suç okulu olduğu ve pek çok suçun nasıl işlendiğini burada öğrendiklerini belirttiler. Çok azı hapishane sürecinde yeteneklerini geliştirdiklerini, okuma yazma öğrendiklerini ve yeni bir hayata başlamak için donanımlarını arttırdıklarını ifade ettiler.

Hapishanelerin adli mahpusların rehabilitasyonu işlevini görebilmeleri için farklı alanlardan profesyonellerin çalışmalarının mahpus cezaevine girdiği andan itibaren başlaması gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmalar mahpusların eğitim düzeylerinin yükseltilmesi, mesleki beceri kazanmaları, aile ilişkilerinin sürdürülmesi için yapılması gerekenler olarak özetlenebilir. Psikolojik destek programları ile mahpusların kendilerini hapishaneye getiren eylemler ve mağdurlara verdikleri zarar konusunda yüzleşmeleri sağlanabilir.

Yaşadığınız bu deneyimin size gösterdikleri neler?

Ergin: Hapishanenin gerek mahpuslar ve onların yakınları gerekse orada çalışan görevliler ve toplumun geneli için, birçok açıdan tahrip edici etkileri olduğunu vurgulamak isterim. Mahpus nüfusunun hızla arttığı günümüzde bazı sorunların cezalandırıcı bir anlayışla çözülebileceğini varsaymaya devam etmek etik olarak da kâr-zarar mantığıyla düşünüldüğünde de yanlış görünüyor. İnsanların hikayelerini dinlemek bunu teorik bir iddia olarak değil can yakıcı bir gerçek olarak derinden hissetmemize olanak verdi. 

Merçil: Hapishaneden çıkacak kişilere topluma yeniden katılabilmeleri için ihtiyaçları doğrultusunda sunulan eğitim, mesleki eğitim, iş olanakları son derece kısıtlıdır. Tahliye sonrası mahpusa destek verebilecek, eşlik edebilecek ara mekanizmalar oluşturabilecek alanda çalışan sivil toplum kuruluşları da mevcut değildir. Dolayısıyla yalnız bırakılan, kendi kaderlerine terk edilen eski mahpusların yeniden suçla ilişkili bir yaşam biçimine dönmeleri kaçınılmaz hale gelmektedir. 

***

Yaklaşık 13 bin 500 civarı kadın mahpus var, anneleriyle kalan 0-6 yaş bebek ve çocuk sayısı ise 640. Kadınların tahliye sonrası hayatları için yeterince çalışma yapılmıyor, var olan az sayıdaki çalışmalara sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin katılımı engelleniyor. Kadın mahpuslar ile ilgili çok çarpıcı bilgiler veren araştırmanın hem yöneticiler hem de sivil toplum örgütleri tarafından değerlendirilmesini umuyorum (1).

*İnsan Hakları Çalışanı

DUVAR