Yok olan ilçe Antakya’dan izlenimler: Çaresizlik ve umut ilk defa bir arada 

Her saat, her dakika, her saniye hâlâ önemli…

Yok olan ilçe Antakya’dan izlenimler: Çaresizlik ve umut ilk defa bir arada 


Yok olan ilçe Antakya’dan izlenimler: Çaresizlik ve umut ilk defa bir arada 

Hatay’ın yaşadıklarına ağlayacak vakti de yok. Her saat, her dakika, her saniye hâlâ önemli…

Hazar Dost 
T24 - Hatay

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğündeki depremi öğrenir öğrenmez bölgeye ulaşmanın yollarını arayan gazetecilerden biriydim. Elbette diğer meslektaşlarım gibi yıkımın büyüklüğü konusunda, göreceklerim konusunda bir fikrim yoktu o saatlerde. Yıkımın büyüklüğünü anlayabilmem, koordine olup, 21 saat sonra İskenderun’a ulaştığımda gördüklerimizle mümkün olabildi.

İskenderun’daki ilk enkaza ulaştığımda saat 01.12’ydi. “Her yere ulaştık” dedikleri saatler… Biz henüz yoldayken, Kızılay Başkanı Kerem Kınık, katıldığı televizyon programında “Şu an ulaşılamayan bina yok” açıklamasını yapmıştı ancak ulaştığımız enkazın çevresinde afetzedeler dışında birilerini görmek mümkün değildi. Ve felaketin üzerinden tam 21 saat geçmişti.

Afet alanlarından alışık olduğumuz ‘Kızılay” çadırları, battaniyeleri ortada yoktu. İskenderun Belediyesi’ne ait bir binaya sığınan 200’e yakın İskenderunlu, kendi imkanlarıyla yaktıkları ateşlerle ısınmaya çalışıyor, dayanışmayla hazırladıkları yemekleri yiyorlardı. İlk sözleri şunlar oldu:

“Bak burası belediyenin yeri. 20 saattir kimse gelip halimizi hatırımızı bile sormadı. Çay, çorba hiçbir şey vermediler. Buraya kendimiz geldik.”

Depremde kızını ve eşini kaybeden başka bir depremzede de, “Hiç kimse bir şey getirmedi. En azından insanlara sıcak bir çorba verirler. Su bile yok” diye anlatıyordu durumu.

İskenderun’da hiçbir kuruluşun yardımı olmadan sokakta sabahlayan vatandaşlar. (7 Ocak, 01.10)

24 saat sonra 

Vatandaşların ısınmak için yaktıkları ateşlerin aydınlattığı sokaklardan ilerleyerek Antakya’ya gitmek için taksiye bindiğimizde saat 04.15’ti. Depremin üzerinden 24 saat geçmişti. Bindiğimiz taksinin şoförü, yakınlarının da enkazda olduğunu, saatlerdir çıkaramadıklarını söylerken, kendisinin de komşuları gibi enkazdan bireysel çabalarla çıktığını anlattı ve “Kimse gelmedi. Hâlâ da gelen yok” dedi.

Araçtan indiğimizde, yıkımın büyüklüğüne inanabilmek çok güçtü. Henüz ilk sokakta, bütün binaların yıkıldığını, araçların enkazın altında kaldığını gördük. Yürüdükçe bilançonun ne kadar ağır olduğunu daha net anlamaya başladık.

24 saat sonra bile kurtarma çalışmalarında yer alan AFAD ekibi sayısının azlığı da hemen fark ediliyordu.

Kızılay, az sayıdaki çadırlarını Vali Göbeği olarak adlandırılan ilçe merkezindeki alana kurmuştu fakat depremzedeler için elbette yeterli değildi.

Enkazlardaki çalışmalar ancak araçların ‘uzun farlarıyla’, yemek ve su gibi temel ihtiyaçlar gönüllüler tarafından getirilen kumanyalarla sağlanıyordu.

Atatürk Caddesi’nden Cebrail Mahallesi’ne doğru ilerlediğimizde saat 06.30’a geliyordu.

“Yardıma geldiniz değil mi?”

Zifiri karanlıkta, enkazların arasından yürüdüğümüz sırada bir vatandaş önümüzü kesip ağlamaklı bir ses tonuyla “Abi siz yardıma geldiniz değil mi?” diye sordu. Gazeteci olduğumuzu söyleyince “Çocuğum enkaz altında, ben bir gündür enkazı kaldırmaya çalışıyorum ama artık sadece beton kaldı, ona da gücüm yetmiyor” diyerek ‘tek başına’ çocuğunu kurtarmak için verdiği mücadeleyi çaresizlikle anlattı.

Oğlunu kurtarmaya çalışan babayla enkaza bakarken, 24 saat içerisinde yaşadıklarını anlattı.

Artık depremin üzerinden 26 saat geçmişti. Antakya’nın merkezindeki binaların çoğunda arama çalışması yapılamıyor, yakınları enkaz altında kalanlar yardım istediklerinde ise “Ekipler gelecek” denilerek beklemeleri isteniyordu.

“Sabah ses geliyordu, kesildi”

Oğlu enkaz altında olan baba, “Sabah sesleri geliyordu ama şimdi kesildi” diyerek umudunun azaldığını söylüyordu.

Bir depremzede, “Devlet nerede?” diyerek tepki gösterirken, oğlu enkaz altındaki baba, “Bu devlet benim gençliğimi çaldı ama oğlumun gençliğini taptaze çaldı” diye ağlıyordu.

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber çadırda kalan vatandaşlar, enkaz altındaki yakınlarının yanlarına koşmaya başladı yeniden. Yaşlı bir kadın, eskiden dört katlı olan bir binanın önünden ayrılırken feryadı sokaklarda yankılandı:

“Allah’ını seven oğlumu kurtarsın. Ciğerim yanıyor.”

Günün aydınlanmasıyla birlikte Antakya’daki felaketin bilançosunun, konuşulandan, gündeme getirilenden, gördüğümüzden daha da büyük olduğu anlaşılıyordu.

Bütün binalar yıkık

Kentin ana caddesi olan Atatürk Caddesi üzerinde neredeyse tüm binalar yıkılmış durumda. Her enkazda insanlar olduğu biliniyor. Fakat müdahale edecek ekipler bu saatlerde bile bölgeye ulaşamadı.

Atatürk Caddesi üzerindeki bir enkazın önünde, ağlayarak “Baba” diye bağıran biri, duyduğu sesle umutlanıyor. Devamında gelen sesle babasının enkaz altında sağ olduğunu anlıyor. Ekiplere gidip yardım istediğinde, kepçe olmadan müdahale edilemeyeceği yanıtını alıyor. Bu saatlerde, Antakya’daki kepçe ve vinç sayısı, oldukça yetersiz.

Tam bu enkazın karşısında bir belediyenin açtığı çorba TIR'ında kuyruk, dakikalar geçtikçe uzuyor. Çorba ve kuru ekmek, bugün afetzedeler için tek seçenek.

Yol üzerindeki bedenler

Atatürk Caddesi üzerinden yürümeye devam ederken yerde üzeri örtülü şekilde duran bir ceset olduğunu görüyoruz. Kim olduğu, yakınlarının nerede olduğu bilinmiyor.

Ölü ya da yaralıların sayısı hakkında sağlıklı bir bilgi akışı Antakya için neredeyse imkansız. Çünkü gönüllü ekiplerin çalışmaları hakkında AFAD’ın bir bilgisi olmadığı söyleniyor.

“Yeğenim İstanbul’dan ekip ayarladı”

Cebrail Mahallesi’nde bir vatandaş, “Yeğenim İstanbul’dan bir ekip ayarladı, onlar gelip enkazdan yakınımızı çıkartacak” diyor. Bu, çoğu AFAD’ın bilgisi dışında gerçekleşen birçok müdahaleden biri.

Diğer örnek ise Suriyeli bir aile. Enkazdan hayatını kaybeden akrabalarını çıkarıp, yol kenarına battaniyeye saran Suriye göçmeni kardeşler, yoldan geçerken de gözüken babalarının cansız bedeniyle helalleşiyor.

Öte yandan Antakya’nın hiçbir yerinde internet üzerinden iletişim kurulamıyor. Çektiğimiz görüntüleri haber merkezine iletmek ve iletişim kurabilmek için İskenderun’a gitmemiz gerekiyor.

Yolculuk için bindiğimiz aracın sahibi, depremzedelere destek olmak için bir araba dolusu ekmek getirdiğini söylerken “Profesyonel değilsen burada işin yok. Hiçbir şey yapamıyoruz. Sadece yardım getirmek daha doğru” diyor.

Akşama doğru tekrardan Antakya’ya doğru yola çıktığımızda trafiğin hayli arttığını görüyoruz. Vinç, kepçe ve ambulansların sayısı trafikte oldukça fazla.

Antakya’yı yerle bir eden depremin ardından geçen 36 saatte, vatandaşlar için hem çaresizliğin hem de umudun bir arada yaşandığı söylemek mümkün.

Sabah saatlerine göre daha fazla ekibin olduğu bölgede, vinç ve kepçe sayısının da arttığı görülüyor. Fakat hâlâ yeterli olduğunu söylemek güç.

Bazı sokaklarda vatandaşlar, kendi imkanlarıyla çeşitli materyallerden yaptıkları sedyelerle ve battaniyelerle yaralıları taşıyor.

Sokaklar artık yok

Depremin şiddetini anlamak için girdiğimiz ara sokaklarda, harita üzerinde gözüken çoğu sokağın artık olmadığını söyleyebiliriz. Enkaz, bu sokakları kapatmış durumda.

Bir enkazdan sağ kurtarılan vatandaşın tahliyesini izlerken hemen yanımızdaki kadın, sessizce, “Canım oğlum neredesin?” diye fısıldıyor.

Dayanışma ortamı güç veriyor

Antakya’nın yaralarını sarması oldukça güç. Bu derece büyük bir afetin gerektirdiği dayanışma ortamı, Antakyalılar tarafından kurulmuş durumda.

Bunu, Türkiye’de özellikle son zamanlarda artan göçmen karşıtı söylemlerin aksine, resmi verilere göre 400 bine yakın Suriyeli’nin yaşadığı Hatay’daki afette görmek mümkün.

Hatay’ın yaşadıklarına ağlayacak vakti de yok. Her saat, her dakika, her saniye hâlâ önemli…

T24