Yorum: Gara'dan sonra "1 Kasım" yeniden mi?
"Azgın milliyetçilik" ile seçime gitmek
Yorum: Gara'dan sonra "1 Kasım" yeniden mi?
Gara’dan gelen cenazeler, Türkiye’de siyasetin havasını sertleştirdi. İktidarın ölümleri muhalefete fatura etmesinin arkasında ne var? Bülent Mumay’ın yorumu.
AKP, özellikle yerel seçimlerde büyükşehirlerin kaybedilmesiyle birlikte paslanmaya dönen "metal yorgunluğu"nu aşmak için, yukarıda anlatmaya çalıştığım silaha daha fazla sarılmaya başladı. Gerek Erdoğan’ın kişisel, gerekse iktidarı oluşturan AKP-MHP blokunun oylarındaki erimenin gözle görülür hale gelmesiyle birlikte, atılan "tarihi" adımların sayısı epey arttı. Sadece son yedi ay içerisinde, seçmenlerin kaçışını engellemek, gidenleri de geri getirmek için şu hamleler yapıldı: Muhafazakârlar için önemli bir sembol olan Ayasofya, camiye dönüştürülerek ibadete açıldı. Faturalarını ödeyemeyen milyonların olduğu bir ülkede, aniden devasa bir doğalgaz rezervi bulunduğu açıklandı. Bu da yetmedi, insanların yoksulluktan pazara çıkamadığı bir dönemde Ay'a çıkma kararı verildi!
Keyif çayı açlığı bastıramıyor
Gelin görün ki bu adımların etkisi, saman alevinden fazlasına tekabül etmiyor. Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra evine dönenler, doğalgaz müjdesini duyduktan sonra posta kutularında ödeyemeyecekleri faturalarını görenler, uzay boşluğuna ilişkin müjdeden sonra kendi bütçelerindeki deliği görenler aynı buzdolabını açıyor. Boşluk kaldırmayan sadece siyaset olmuyor, mideler de açlığı kabul etmiyor. İktidarın yağdırdığı vaatler kısa süreli de olsa göz boyuyor ama karın doyurmuyor. Bu acı gerçeği değiştirmek de, enflasyonu daha düşük göstermek için -bu satırların yazıldığı sırada- TÜİK’in yöneticisini bir kez daha görevden almak kadar kolay olmuyor.
İktidara yakın şirketler dahil olmak üzere, yapılan anketlerin hiçbirinde iktidara ne kısa ne de uzun vadede bir zafer görünüyor. Erdoğan, halka karıştığı her ortamda "Açız, geçinemiyoruz" feryatlarıyla karşılaşıyor. Ekonomik nedenlerle intihar haberleri sıklaşıyor, traktörüne haciz konduktan sonra kalp krizi geçiren çiftçinin ölümü gibi haberler yürekleri acıtmaya devam ediyor. Açlığı, otobüslerden fırlatılan keyif çayı artık bastıramıyor.
TSK jetlerinden daha hızlı suçlama
AKP-MHP ittifakı, kendi kanamasını durduramayınca karşısındaki blokta daha ciddi yaralar açmaya çalışıyor uzun süredir. Liderine uzun süre "FETÖ'cü” imasında bulunduktan sonra İYİ Parti’yi "eve" davet ettiler, Saadet Partisi’ni içeriden karıştırma hamleleri devreye girdi. Şimdilik Millet İttifakı’nı oluşturan partilerde bir çözülme yok, AKP’den kopanların kurdukları iki parti de siyaset sahnesindeki ağırlığını artırmaya başladı. Muhalefet blokunda ciddi yaralar açılamayınca, gövdeyi hedef almaya başladı iktidar. Özellikle yerel seçimlerden itibaren ittifakın motoru olan ve kendi politikalarında ciddi revizyonlar yapan CHP’ye sallanıyor kılıçlar. Resmi bir işbirliği olmamasına karşın seçmenleri muhalefet ittifakına destek verdiği için HDP üzerinden salvolar yükseliyor.
Ancak bu eğilim, dünden bu yana çok daha tehlikeli bir tutuma dönüştü. Gara’daki PKK kamplarına yönelik operasyon ve burada rehin tutulan 13 Türk vatandaşının öldürülmesinden sonra, iktidar kanadından muhalefete TSK jetlerinden çok daha hızlı suçlamalar gelmeye başladı. İktidarın olağan şüphelisine dönüşen HDP üzerinden, CHP teröre destek vermekle suçlanıyor. Fatura, Kürtlerle dirsek teması yüzünden sadece CHP’ye kesilmiyor elbette. Kaçırılan 13 kişiyi -CHP'yle birlikte- defalarca Meclis gündemine getirmeye çalışan HDP, sadece iktidar ve sözcülerinin değil, yargı ve Emniyet’in de hedefi oldu hemen. İki HDP’li milletvekili, içinde hiçbir suç unsuru bulunmayan tweetleri nedeniyle soruşturmanın muhatabı oldu. 40 ilde düzenlenen operasyonlarda aralarında aralarında HDP il ve ilçe başkanlarının da bulunduğu 718 kişi gözaltına alındı.
Öncelikle şu tespiti koymak gerekiyor: Bir devletin, asker ya da sivil kendi yurttaşlarını kurtarmak için operasyon düzenlemesinden daha meşru bir hak yoktur. Ancak Erdoğan’ın "Müjde açıklayacağız" diye ima ettiği bir operasyondan sonra 13 cenazenin gelmesi, muhalefete fatura edilecek bir başarısızlık değildir.
Siyasetçiye oy, ülkeye ise acı getiriyor
Bugün teröre destekle suçlanan muhalefet, 13 Türk vatandaşının kurtarılması için muhalefet sayısız girişimde bulundu. Rehin tutulanların ailelerini dinledi, Meclis kürsüsünden dile getirdi. İktidar ve kontrolündeki medya ise 13 kişinin rehin tutulduğunu unutturmaya çalıştı. Tamamen iktidarın yürüttüğü barış sürecinin şu veya bu şekilde sona ermesiyle birlikte PKK’nın rehin aldığı insanların vebalini muhalefete yüklemek, önümüzdeki dönemdeki siyaset sahnesini oldukça tehlikeli bir noktaya taşıyabilir. Bu noktanın ne olduğunu hatırlamak için çok da geriye gitmeye gerek yok. AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşananlar hâlâ çok taze. Siyasetin sertleşen söylemi, güvenlikçi politikaların başat hale gelmesi, ülkenin dörtbir yanından cenazelerin kalkmasıyla gidildi 1 Kasım seçimlerine. Bu sıraladığım gelişmelere, adeta muhalefetle koalisyon kurulmaması için “istikşafi görüşmeler”in sabote edilmesi eklenince, AKP sandıktan yeniden tek başına iktidar olarak çıktı.
Kutuplaşmanın, mimarlarına oy getirdiği bir gerçek. Ama bu topraklar, dini ve milli hassasiyetlerin kaşınması, belli grup ya da siyasi kimliklerin hedef gösterilmesinin acısını yeterince çekti. Aynı görüşte olmadıkları, nüfusun yarısını temsil eden partileri kriminalize etmek, ürkütücü bir hal alıyor. Yeni Sivas, Maraş ve Çorumlar yaratmamak için bu tehlikeli söylemden hızla çıkılması gerekiyor.
"Azgın milliyetçilik" ile seçime gitmek
Gara’ya operasyondan sonra 13 cenazenin Türk bayrağına sarılı olarak gelmesiyle birlikte, iktidarın acıları muhalefete yükleme çabası ne yazık ki yükselerek devam ediyor. MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş’in geçenlerde işaret ettiği "azgın milliyetçilik" daha fazla tedavüle sokuluyor. Erdoğan’ın Gara’ya ilişkin yaptığı açıklamada, CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndan sosyal medya platformlarına kadar herkesi "13 masum insanın alçakça infazından sorumlusu" olarak ilan etmesi, yeni bir "1 Kasım senaryosu"nun devrede olduğuna işaret ediyor. Bu kez tek başına iktidarı kaybetmeden, "azgın milliyetçiliğin" başrol oynayacağı bir kampanyayla baskın bir seçimin temelleri atılıyor.
Gara’dan sonra hükümete yakın gazeteleri, "Kandil’i yıkalım, HDP'yi kapatalım, Karayılan'ı getirelim" başlıkları süslüyor. 40 yıldır olduğu gibi… Ne PKK bitti ne Kürt sorunu çözülebildi. Bundan tam 22 yıl önce de, bir 15 Şubat sabahı PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirilmişti. "Vatana hoşgeldin" cümlesini duymamızdan sonra, başarısızlıkla sonuçlanan barış süreçlerine de tanık olduk, acılı çatışma dönemlerine de. Nice dağlar bombalandı, nice partiler kapatıldı. Ama atılan adımlardan hiçbiri, bu ülkeye beklenen barışı getiremedi. "Ölen öldü, kalan sağlar bizim" oldu.
Bülent Mumay
Deutsche Welle Türkçe