Yorum: İktidarın imaj derdi
Yanlış anlaşılan ne?
“Batı’da Suriye nedeniyle eleştirilen iktidar, potansiyel turistin kaçmasından endişeli. Ama daha fazlası da var. Bazı büyük yatırımlar da aynı nedenle kaçmak üzere. İmaj düzeltme çabaları bu yüzden”. Banu Güven yazdı.
İktidar son zamanlarda imajını düzeltme derdine düştü. Hak ihlalleri sürerken, hukukun üstünlüğü ilkesi düzenli bir şekilde ve açık açık çiğnenirken, bir taraftan da bir halkla ilişkiler gayreti var. Beştepe’nin gündeminde bu konunun öncelikli olduğunu ilk düşündüren, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Kasım ayı içinde paylaştığı bir tanıtım videosu oldu. Videoda İstanbul’a yerleşmiş ressam, müzisyen, eğitimci, foto muhabiri, model, işletmeci ve serbest yatırım fonu yöneticisi yedi Batılı konuşuyor. Türkiye'nin ne kadar kucaklayıcı, ne kadar renkli ve hoşgörülü bir ülke olduğundan söz ediyorlar. Fonda hep "Vallahi burası düşündüğünüz gibi değil” mesajı var.
Videolardan kısa olanı, “Herkes buranın kafalarında canlandırdıkları ve hayal ettikleri yerle ilgisi olmadığını söylüyor” diye bitiyor. Uzun olanı ise, “Completely misunderstood country” yani, “Tamamen yanlış anlaşılan bir ülke” sözüyle. Bu son cümle sanki iktidarın istisnasız her düzlemde tekrar etmekten yorulmadığı savunmaların özeti: "Batı bizi hep yanlış anlıyor”.
Banu Güven
Yanlış anlaşılan ne?
Belli ki Batı’da Suriye politikası nedeniyle eleştiri konusu olan iktidar, potansiyel turistlere bir güvence vermeye çalışıyor. Ancak iş turizm gelirleriyle ilgili endişeyle sınırlı değil. Bazı büyük yatırımlar tam da bu yüzden daha ülkeye gelmeden kaçmak üzere.
En son Türkiye'nin bel bağladığı yatırımlardan biriyle ilgili kötü haber geldi. Volkswagen yeni fabrikasını Türkiye'de kurma kararını Suriye harekatı sırasında ertelediğini açıklamıştı. Şirketin CEO’su Herbert Diess, 21 Kasım’da bu açıklamayı bir adım daha ileriye taşıdı. “İnsanlar öldürüldüğü müddetçe, bir harp meydanının yanına temel atmayacağız” dedi. Volkswagen CEO’su bu tutumu, “Şirketler, uluslararası hukuk ve insan haklarının sadece hükümetlerin sorumluluğunda olduğu görüşüyle hareket ederse, pazar ekonomisi etik temellerini kaybeder” diyerek açıkladı.
Erdoğan, ters soruları sevmediği yedi düvel tarafından bilinen bir lider. Dolayısıyla imaj düzeltme işi danışmanlarına ve sözcüsüne düşüyor.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Deutsche Welle’de yayınlanan Conflict Zone (Çatışma Hattı) programına çıkmayı kabul etmesi de bu yüzden olsa gerek. Kalın, soru sormaktan çok hesap soran bir tavrı olan Tim Sebastian’ın karşısında olabildiğince serinkanlı kaldı, ancak bu da sonucu değiştirmedi. Suriye operasyonu söz konusu oldu; Kalın bildiğimiz terör argümanlarını kullandı. Suriye’de TSK ile birlikte hareket eden ve “milli ordu” denen güçlerin işlediği savaş suçları soruldu, tatmin edici cevap veremedi. Soruşturmalar varmış, öyle dedi. Ayrıntı? Veremedi.
Sebastian, hesap sorarken bazı soruları soramadı. Mesela “Neden harekatın hemen ertesinde iki editör gözaltına alınıp, haber dili konusunda uyarılıp bırakıldı” diye sormadı. Belki de o kadarını bilmiyordu.
Özgürlüğe gel!
Bunca medya çalışanı cezaevindeyken, Türkiye'de medyanın özgür olduğunu savunan İbrahim Kalın gözünü bile kırpmadan, “Her türlü yayın özgürce yapılıyor” dedi. Ölçüt olarak da "Her gün cumhurbaşkanına, bana hakaret ediyorlar” örneğini verdi. TCK 299, yani cumhurbaşkanına hakaret davalarından hiç söz etmedi. Ben bu yazıyı yazarken, Hasan Cemal’e yurtdışı yasağı haberi geldi mesela. Özgürlüğe gel!
İşkence ve imaj
Kalın’ın AKP iktidarının işkenceyi kaldırdığına dair iddiası da alıcı bulamadı. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü darbe sonrasında yansıyan görüntülerle ilgili kaç kamu görevlisi hakkında soruşturma yürütüldüğünü, aradan 3,5 yıl geçmiş olmasına rağmen söyleyemedi. Köprüde hiçbir şeyden haberi olmayan gencecik iki askeri linç eden güruh hakkında bile takipsizlik kararı verilmişken, darbe zanlılarına işkence yapan kamu görevlileri hakkında açılan göstermelik soruşturmaları takip etmeye o da ihtiyaç duymamıştı herhalde.
Kalın’ın gazeteciler aleyhinde işkence görerek, tehditle ifade verdiklerini söyleyen zoraki tanıklardan hiç haberi yok mu acaba? Van'ın Gürpınar ilçesinde gözaltına alınan bir kişiyi saatlerce döven polis amirinin "hiddetli elemle” hareket ettiği gerekçesiyle beraat ettirildiğinden?
Pekiyi devletin içinde çalıştığı belli olan, insanları kaçırıp, işkence yapıp, aylar sonra emniyete bırakan o yapıdan? Ondan da mı haberi yok?
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, konu HDP'li belediyelere kayyum atanmasına ve hukukun üstünlüğüne, masumiyet karinesine gelince de bir şey diyemedi. Belediye başkanlarının halkın parasıyla PKK’ya çalıştığını söylerken, yargının varacağı hükmü önden ilan etti. Söyledikleri siyasetin yargı üzerindeki etkisini gösteren türden bir ihsas-ı reydi.
Bu yayın kaydedildiği sıralarda, Almanya’ya iltica talebinde bulunan kişilerin dosyalarıyla ilgili Alman makamları için araştırma yapan iki avukat Türkiye'de casus oldukları suçlamasıyla peş peşe tutuklanmışlardı.
Dünya âlem olan biteni izlerken, siz istediğinizi söyleyin. Canının istediğini cezaevine sokan, KHK ile atıldığı işini 1030 gündür geri isteyen Alev Şahin’in Düzce'de, Cemal Yıldırım’ın Ankara’da banka bile oturmasına izin vermeyen, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nde İstiklal Caddesi’nde yürümek isteyen kadınların gösteri hakkını gaz ve darpla ellerinden alan, yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri’ni, ağızlarından “Suriye” lafı çıktığı anda gaza boğan, “devlet namına” işlenen suçlarda cezasızlık geleceğini koruyan bir iktidarın temsilcisine kim inanır?
Banu Güven
Deutsche Welle Türkçe