Yunan adasında mültecilik: Rehin bir hayat

Taliban, IŞİD, korkulu rüyası değil artık

Yunan adasında mültecilik: Rehin bir hayat




“Bir şekilde ayağını AB kara parçasına basan kendini şanslı addediyor. Haksız sayılmaz tamam, peşindeki tehlikeden kurtuldu denilebilir. Taliban, IŞİD, korkulu rüyası değil artık, darbecilikle suçlanmayacak ve belli ki teslim de edilmeyecek, Erdoğan rejimi nedeniyle hapis yatmayacak, hayatı kararmayacak ya da 1 Euro 16,35 Güney Afrika randı ediyor, güzel. Peki ya yeni hayatında tartının öte tarafına konulmuş olan mülteciliğin ağırlığı daha fazla çekerse?”

 

Jinda Zekioğlu

DUVAR – Alttaki fotoğraf 1900’lerin başı, Ege denizi. Kurulan ‘Yeni Ülke’ topraklarından söküp atıyor Urlalılar’ı, Seferihisarlılar’ı, İstanbullular’ı… Kuşadası’ndan, Seferihisar’dan Samos’a kendini atabilenin ‘şanslıydım’ dediği yıllar. Açlık, barınma ihtiyacı, yabancılık… Her ne kadar aynı dil, aynı din de olsa kendi evi, yeri değil. Zorunlu göçe maruz bırakılmışlar.

Yunan adasında yüz yıllık fark

Üstteki fotoğraf ise henüz birkaç senelik. Aynı yolu kat edip, canını tehlikeye atanların müsebbibi de keza yine aynı. Sergi alanındaki Samoslu bir Yunan, “Onları en iyi biz anlarız” diyor. “Biz de mülteci olduk, benim dedem Seferihisarlı. Aynı denizleri aşıp hayatta kalmış. Biz de onlar gibi Ege’ye, aynı sulara bıraktık akrabalarımızı. Onları en iyi biz anlarız.”

Aradan geçen yıllarda, Ege’nin iki yakasında da her şeyin hızla değiştiğini ama bir milim dahi ileri gitmediğini söyleyebiliriz.

Yaklaşık 10 yıl önce Ege denizindeki göçmen trafiği bugün kendini dörde katladı. Taliban’dan kaçan Afgan, Keşmir’den kaçan Pakistanlı, yaşam koşullarının, ekonomik zorlukların, işsizliğin yollara düşürdüğü Afrikalı büyük kalabalık, IŞİD’in zulmüne maruz kalan Kürtler, Ezidiler, Araplar, Ermeniler; Erdoğan’ı eleştiren tweet attı diye hapis cezası alanlar, FETÖ’den yargılananlar, darbecilikten kaçanlar… Fazlası var eksiği yok.

Bir şekilde ayağını AB kara parçasına basan kendini şanslı addediyor. Haksız sayılmaz tamam, peşindeki tehlikeden kurtuldu denilebilir. Taliban, IŞİD, korkulu rüyası değil artık, darbecilikle suçlanmayacak ve belli ki teslim de edilmeyecek, Erdoğan rejimi nedeniyle hapis yatmayacak, hayatı kararmayacak ya da 1 Euro 16,35 Güney Afrika randı ediyor, güzel. Peki ya yeni hayatında tartının öte tarafına konulmuş olan mülteciliğin ağırlığı daha fazla çekerse?

Bunun temelde iki önemli sebebi var. Ve her ikisi de birbiriyle oldukça bağlantılı. Samos örneği üzerinden gidelim;

– 35 bin kişinin yaşadığı Samos Adası’ndaki mülteci kampı, BM’ye ait çalışma ofislerinin dışında, 500 kişilik bir kapasiteye sahip. Ancak yaklaşık 3,5 senedir üç aşağı beş yukarı 5000 ila 7000 arasında değişen mülteciyi ağırlıyor. Ağırlıyor derken yanlış anlaşılmasın, çarşıdan alınan bir çadır, kamp yerleşkesi içinde bulunan bir yere kuruluyor, oluyor sana BM’nin göçmen kampı.

– Çipras hükümeti sürecinde, hükümetin mültecilere yönelik etnik, dini, politik ayrımcılığı, geri gönderme tehdidi hemen hemen ‘hiç olmadı’ denilebilir. Hükümet bu konuda üslubuna oldukça özen gösterdi. Ancak, ne yazık ki, aynı hassasiyetin ‘BM’nin maddi desteğini göçmenlere aktarma’ konusunda gösterildiğini söyleyebilmek zor. Çipras hükümeti, yönetimde kaldığı süre boyunca bu konudaki yolsuzluk iddialarına yanıt vermekten hep kaçındı. Özellikle Midilli ve Samos adalarındaki kamplar, insanlık dışı uygulamalar ile, maddi olanakların yeterince ulaştırılmadığı göçmen kampları olarak gerek Yunan basınında gerek evrensel medyada sıklıkla gündeme geldi.

.

Bu iki önemli başlık, Ege’nin öte tarafına ‘kapağı atmış’ göçmenler için her şeyin hem sebebi hem de sonucu.

Her kim olursanız olun, dilerseniz babanızın özel yatıyla adanın bir kıyısına bırakılmış FETÖ’cü, dilerseniz IŞİD mağduru bir Kürt olun; eğer kaçak yollar ile ülkeye giriş yapmışsanız öncelikle karakolda ifadeniz alınır. Tabii ciddi bir sağlık probleminiz yoksa. Eğer varsa önce hastanede ilk yardım yapılır. Ardından işlemleriniz için karakola yönlendirilirsiniz. Avukat tutmak isteyenler oluyor ancak ülkeye kaçak yolla giriş yapanlara avukatlık hizmeti vermeyi istemeyen hukukçular çoğunlukta. Vatandaşı olmadığı için devletin aktardığı avukat da yok. Kendiniz anlatmak zorundasınız. Bu aşamada dil sorun değil. Telekonferans ile bağlantı yapılan yeminli tercümanlar ile derdinizi anlıyorlar.

Karakolda ifadeniz alınırken, emniyetin sizin kaçtığınız ülkedeki kişisel sorunlarınız ile değil kaçma biçiminizle ilgilendiğini bilmenizde yarar var. Yunan Deniz Polisi, son 5 yıldır AB’nin özel Göçmen Kurtarma Ekipleri ile çalışıyor ve bu yolla umut tüccarlığı yapan, patlak can yelekleri, benzinsiz teknelerle, kapasitenin üstünde doldurarak, insanları ölüme terk eden kaçakçıların peşinde. Bu kanalları tıkayarak, ölümleri ve göç dalgasını durdurmanın mücadelesini veriyor.

.

Karakoldaki sorgunuzun ardından, polis eşliğinde kampa götürülerek orada Birleşmiş Milletler yetkililerinin de görev aldığı Mülteci Bürosu’nda göçmen kaydınızın açılması ile yerleşim, barınma, beslenme gibi sorunlarınızın çözüme kavuşturulması sağlanıyor. Bu kısım bir ya da iki gününüzü alacaktır. Hele de aile iseniz, o gün bir görevli sadece sizinle ilgilenir. Bu nedenle kuyruklar, sıralar, beklemeler derken, mülteci başvurusu randevunuz sarkabilir. Görüşmeyi yapmadığınız sürece gözaltında kabul edilirsiniz ve serbest dolaşım hakkınız yoktur.

İşlemlerin hızı, Yunanistan bürokrasisinin yavaşlığıyla da ilgili elbette. Sabah 08.00’de başlayan görüşmeler, 15.00’te biter. Çünkü ülkedeki çalışma saatleri böyle.

Mülteci Bürosu’ndaki görüşmenizde, kaçmak zorunda olduğunuz ülkeden neden kaçtığınıza dair, kısaca öykünüz dinlenir. Hemen ardından sığınma talebinizi Yunanistan’a mı yoksa AB ülkelerinden birini seçmenize olanak tanıyan Dublin Sözleşmesi’ne mi dahil olmak istediğiniz sorulur. Burası mühim; göç eden binlerce insan içinde Yunanistan’da kalmak isteyen sayısı çok az. Hemen herkes, İsviçre, Almanya, Hollanda diyor. Akrabası olduğu için Fransa diyenler var. Ama Fransa’nın sert göçmen politikaları nedeniyle karar değiştiriyorlar. Göçmenlerin diyalogları, kulaktan dolma bilgilerle, hangi ülke daha çok mülteci maaşı veriyorsa oraya yönlenmekle sonuçlanıyor daha çok. Bu ara İsviçre moda!

ZORUNLU GÖÇTEN AVRUPA HAYALLERİNE

12 yıl önce politik sebeplerle İsviçre’ye göç eden dostum Filiz’le, kampta kalan ve İsviçre’ye gitmek için başvuru yapan bir aileyi ziyaret ettik. Vasıflı bir işçiliği olmayan 6 nüfuslu bir aile. Filiz, “Neden İsviçre’ye gitmek istiyorsunuz?” diye sorunca, mülteci kadın “Hem mülteci maaşı hem de işveren maaşı daha çok” diye yanıt verdi. Bunu duyan dostum Filiz’in yüzündeki üzüntüyü tahmin edebilirsiniz. “Peki hayat pahalılığından haberin var mı? Ulaşım ücretlerinden, markete bağımlı gıda alışverişinden, ev-iş arası birbirinin yüzünü göremeyen aile üyelerinden, çocukları sabahtan akşama okula, anne babayı fabrikaya bağlayan sistemden haberdar mısın? O alışveriş merkezleri, parklar, pahalı restoranlar bizler için değil, bizim hizmet edeceğimiz asiller için. Bunları da bilerek gelin.” Mülteci kadın dostumuzun yüzündeki umut da haliyle yerini çaresizliğe bırakınca duruma üzülen Filiz; “Ama bana sorarsan, şimdiki aklım olsa yapacağım şey, bu Yunan adasında kalmak olurdu. Ufak küçük bir ev, bahçesini ekip biçeceğiniz, mülteci maaşı çok olmasa bile hayatın Avrupa kadar pahalı olmadığı, dayanışmanın daha yüksek olduğu ve doğadan kopmadan yaşayabilecek olan çocuklarım için, bunu tercih ederdim…”

O yolları, ‘bir sahil kasabasında, organik tarım, sakin hayat’ için tercih etmediklerini anlamak uzun sürmüyor. Bunu tercih etmemelerinin sebebi elbette Avrupa hayali!

Velhasıl, başvuruyu Dublin Sözleşmesi ile Avrupa ülkelerinden birine yaptığınız için, üzerinde kırmızı mührü basılmış, ayda bir değiştirilmek üzere olan, en iyi ihtimalle yaklaşık 1 yıl sonrasına mahkeme tarihi verilmiş ‘Mavi Kimlik’lerinizi teslim alıyorsunuz. Kırmızı mühür adayı terk edemeyeceğiniz ve kamp yerleşkesi içinde yaşamak zorunda olduğunuz anlamına geliyor. Yani rehinsiniz! En fazla şehir merkezinde dolaşım serbestiniz var. Ancak Samos adasının genelinde göçmen dolaşımına tepki gösteren halk ya da güvenlik pek yok. Suça karışmadığı müddetçe!

Diyelim ki, Türkiye’den ya da Suriye’den kaçan, politik sığınmacısınız ve Yunanistan’da kalmayı talep ediyorsunuz. O zaman uygulama biraz daha farklı.

Siyasi korunma hakkı, 1951 Cenevre Anlaşması gereği; özellikle gazeteciler, politikacılar, akademisyenler, kamu yararı için görev yapan meslek gruplarını yakından ilgilendiren bir üst hak çerçevesi. İltica etmiyorsunuz, ‘siyasi koruma’ alıyorsunuz. Hikayenizi belgeleyebildiğiniz taktirde yaklaşık 3 yıl içinde mahkemeniz gerçekleşiyor. Bu süre içinde geldiğiniz ülkeye sizin başvurunuz ile ilgili hiçbir bilgi verilmiyor ancak İçişleri Bakanlığı’nda siciliniz araştırılıyor. Bu süreçte karar değiştirir de geri dönmek isterseniz dönebilirsiniz ancak bir daha yurtdışı çıkışınızda sorun yaşamanız olası.

.

Pasaport düzenlemeniz 1951 Cenevre Sözleşmesi kuralına bağlanarak süresiz oturum alabiliyorsunuz. Bu alanda ilk başvuruyu yaptığınız andan itibaren aldığınız Mavi Kimlik, kırmızı mühür taşımaz. Yunanistan içi serbest dolaşımınız mevcuttur. İzne ya da gerekçeye bağlı olarak AB içinde seyahat edebilirsiniz. Çalışma izni için ΑΦΜ (okunuşu a-fi-mi) denilen vergi numaranızı, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilmek için AMKA kodunuzu alabilirsiniz. ΑΦΜ numaranız olduğu için ev kiralayabilirsiniz, iş bulabilirsiniz. Ücretsiz dil kursundan faydalanabilirsiniz. Kısacası, entegre olmaya açıksanız, Yunancayı hızla öğrenirseniz –ki kolay olduğu pek söylenemez ama- Yunan bir vatandaştan hemen hemen bir farkınız kalmaz. Ama tabii “Almanya, daha çok mülteci maaşı veriyor” diyenleri bu seçenek kapsamıyor. Üstelik bu başvuruyu yapanların sayısı da oldukça az. Siyasi koruma isteyen fakat diğer AB ülkelerine gitmek isteyenlerin, siyasi koruma başvuru süreçleri ancak gittikleri ülkelerde başlatılabiliyor.

YUNAN ADASINDA MÜLTECİ OLMAK

Rehin olmak demek. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci anlaşmaları gereği, göçmenler Türkiye’ye geri iade edilmiyor evet, ama gitmek istedikleri ülkelere de öyle hemen gönderilmiyor. Ne zaman ki, başvuru yaptığınız İsviçre, Almanya, Belçika sizi kabul eder, -yani sizi seçer- ancak o zaman gidebilirsiniz. İlk başvurunuzdaki ülke seçimi bu nedenle çok önemli. Dedeağaç, Selanik, Atina sokakları dahil tüm adalar, başvuru yapmadan ‘En iyi ülke!’ seçimi için son dedikoduları takip eden ve öyle başvuru yapmayı tercih eden, kağıtsız-kayıtsız göçmenlerle dolu.

İstediğiniz ülkeye gidene dek adada sizi nasıl bir hayat bekliyor peki? Girişte barınma koşullarını anlattım. 500 yatak kapasiteli kampın nüfusu yaz aylarında 7000’e kadar yükseliyor. Kışın zor şartlarında ise bu sayı en fazla 5000’e düşüyor. Peki bu 4500 mülteci nasıl yaşıyor?

Daha dün kampta yangın çıktı. Çünkü bir BM kampı demeğe bin şahit ister. Adeta bir çadır kent olan yerleşkede, büyük çöp dağları, kendi tedarik ettiği eşyalar ile çadırında yemek yapmaya çalışan anneler, dün çıkan yangın gibi onlarca tehlike atlatıyor.

BM’nin bu şartları iyileştirmemesinin ardında maddi gerekçeler aramak için Pollyanna olmak lazım. “Şartlar kötü, çok kötü, öyle kötü ki, gelmeyin!” demek istiyor.

Buna rağmen geliyor, kalıyor, sabrediyor isen sahiden kendi cehenneminden geliyorsun mantığıyla bakıyor başvurun.

.

Birleşmiş Milletler, aylık yetişkin kişi başı 90 Euro, çocuk başı 50 Euro veriyor. Ortalama 2 çocuklu bir göçmen aile, 280 Euro ile ayı geçirmeye çalışıyor.

Yazının başında anlattığım, göçmenlerle empati kuran Samoslu Yunan amca gibilerin sayısı her geçen yıl azaldı. Bir sohbette adanın komünistlerinden olması ile ünlü bir hanımefendi, “Barınma BM’den, yemek BM’den, sağlık BM’den, üstüne de aylık 280 Euro. Oh ne ala!” deyince, “280 Euro’yu size versem ben, o kampta bir gece geçirir misiniz?” diye sorarak, Almanların ‘fremdschaemen’ deyimi ile açıkladıkları, ‘bir başkası adına utanma’ duygumu depreştirdim.
Her yanından pislik akan, yazın sıcağında kışın soğuğunda kol gezen hastalıklar binlerce çocuğun yaşamını tehdit ederken, 4 kişilik bir aile için ayda 280 Euro ne anlam ifade edebilir ki?

Güney Afrikalılar hariç!

Afrikalı göçü, hem Yunanistan’daki kampların genelinde en yüksek orana çoğunluğa sahip hem de bir yanı ile diğerlerinden oldukça farklı. Yazının başından beri söz ettiğimiz olumsuzlukların hiçbiri Afrikalıları genel olarak zorlamıyor. Kongo’daki, Gana’daki yaşam şartlarından çok daha kötü olmayan kamp şartlarının yanı sıra, yemek ve aylık kişi başı 90 Euro mülteci maaşı, bir Afrikalı için çok para!

 

Neden mi?

Çünkü 1 Euro, tam 16,35 Afrika randı ediyor. BM’den aldıkları 90 Euro, 1.471 Afrika randı ediyor. Yemek masraflarının kamp tarafından karşılandığını düşünürsek, 90 Euro’nun yarısını memleketlerindeki ailelerine rahatlıkla gönderebiliyorlar. 45 Euro, Kongo’da bir aylık mutfak masrafı!

Buna rağmen Afrikalıların tamamının harcırahlarını memlekete gönderdiklerini söyleyemeyiz. Yunan halkının farkında olduğu ancak sesli dile getirmedikleri ciddi bir göçmen ekonomisi var ve sadece yazın 3 ayı turizmle dönen, krizden yeni yeni başını çıkarabilen bir ada olduğunu düşünürsek Samos, bu durumda bir hayli karlı.

Şöyle bir matematik yapalım kabaca.

Samos’ta ortalama 6000 mülteci yaşıyor. Bunun 2000’i çocuk.

Yetişkin 90 Euro x 6000: 540 bin Euro ediyor.

Çocuk 50 Euro x 2000: 100 bin Euro ediyor.

Sadece BM’den göçmenlere ödenen maaşları dahil etsek bile, her ay 640 bin Euro Samos’ta kalıyor. Samos’un marketinde, manavında, kasabında, mağazasında.

Bunun yanı sıra, ailesinden maddi yardım almaya devam edenlerin oranı da hayli yüksek.

Ailesinden yardım almaya devam eden demişken, yaz boyu Ege kıyıları özel yatları, jetskileri ile adaya bırakılan ‘FETÖ’cüleri konuştu. Kamp içinde, bürokratik dairelerde, karakol önlerinde hemen tanınması mümkün olan bu göçmen grubu; kısa sürede başvurusunu yapıp, oteline yerleşip, tatilini yapıyor ve zamanını bekliyor. Ya da paranın açamadığı kapı yoktur şiarıyla kendini bir şekilde Atina’ya oradan da Avrupa’ya sokuyor. Tabii maalesef aralarında onlar kadar şanslı olmayan, Sakız adası yolunda tekneleri alabora olup sulara kapılan minik bedenler de vardı.

Kamp istihdamına geri dönecek olursak; yerleşke için çalışan; inşaatçısı, demircisi, elektrikçisi, tesisatçısı, mimarı, teknisyeni, güvenliği, itfaiyecisi, marangozu da açılan bu yeni iş alanı sayesinde kazanıyor. Yoksa Aralık ayında, Samos’un köyünde yaşayan elektrikçi nereden para kazanacak? Mülkü bol, nakiti az bir halk olan Yunanlar için, bu yoğunluktaki bir kamp adeta iş kapısı. Farkında olan da var, olup susanı da. Bahçesindeki portakalları toplayıp, kampın önünde satanı da. Kampta yaşayanlar dışında hemen herkesin bahçesinde portakal ağacı olduğu için, o portakalcı portakallarını kime satabilir ki başka?

Göçmen dediğinin her dirhemi para ediyor.

Geçtiğimiz kış, şehir merkezinde mülteciler ile dayanışma için düzenlenen bir eylemde genç bir Yunan kadının açtığı pankartta yazdığı gibi;

“Τα κράτη έχουν δημιουργήσει τη φτώχεια, τον πόλεμο και τη μετανάστευση για να κερδίσουν!

Yani;

Devletler kazanmak için savaş, yoksulluk ve göç yaratırlar…

 

GAZETE DUVAR