Yunanistan ve Mısır, Türkiye’ye karşı nasıl birleşti?

Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisi ne?

Yunanistan ve Mısır, Türkiye’ye karşı nasıl birleşti?


Barış Doster Yazdı...

Yunanistan ve Mısır, Türkiye’ye karşı nasıl birleşti?

Sonunda beklenen oldu. Mısır ve Yunanistan, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin antlaşma imzaladılar. Türkiye’nin Libya’yla attığı adıma yanıt verdiler. Ülkemizin Doğu Akdeniz’deki yalnızlığından yararlandılar. Ankara’nın, Libya’da Ulusal Uzlaşı Hükümeti’yle anlaşarak attığı doğru, haklı, meşru ve maalesef gecikmiş adımın benzerini, Mısır ve Suriye’yle atamamasından faydalandılar. Bu antlaşmanın önemli sonuçları olacak. Nedenlerini sıralayalım…  

Birincisi: Türkiye, Mısır ve Suriye’yle büyük gerilim yaşamanın, iki ülkenin iç siyasetinde taraf olmanın ağır bedelini her alanda ödüyor. İktidarın Müslüman Kardeşler örgütüne (İhvan) beslediği muhabbet, dış politikada büyük yanlışlara neden oluyor. Bunun diplomatik yükü yanında, politik, ekonomik, askeri yükü de var. Libya’daki Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne duyulan yakınlığın sebeplerinden biri de, İhvan dayanışması. Oysa Ankara, Kahire ve Şam’la ilişkileri düzeltse, ikisiyle de Libya’yla imzaladığı gibi deniz yetki alanlarına ilişkin mutabakat muhtırası imzalasa, Doğu Akdeniz’de elimiz çok güçlenir. Bölge dışı güçlerin eli zayıflar.   

İkincisi: Türkiye, Doğu Akdeniz’de henüz münhasır ekonomik bölge (MEB) ilan etmedi. Çok gecikti. Daha fazla gecikmemeli. Mısır ve Yunanistan, bundan da cesaret alarak anlaştılar. Yakın zamana dek MEB ilan etmeyen Yunanistan, bu yöndeki ilk adımını Mısır’la anlaşarak attı. Üstelik anlaştıkları alan, Birleşmiş Milletler’e de (BM) bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde kalıyor. Burada akla şu sorular geliyor: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan, 2010’da İsrail’le MEB antlaşmaları imzalarken, Türkiye niçin güçlü, etkili, caydırıcı tepki vermedi? GKRY’nin attığı bu adımı, er geç Yunanistan’ın takip edeceğini öngöremedi mi?   

Üçüncüsü: 2003’te GKRY ile imzaladığı MEB nedeniyle 11 bin 500 kilometrekare alanı kaybeden Mısır, önceki gün Yunanistan ile imzaladığı antlaşmayla bir kez daha deniz yetki alanı kaybetti. Mısır bunu niçin kabul ediyor? Sünni Arap âleminin en köklü devleti olan, İsrail’le iyi ilişkileri bulunan, ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’den sonra en çok yardım yaptığı devlet olarak bilinen, Suudi Arabistan’dan ciddi mali yardım alan Mısır’ın hesabı ne? Bu kaybı, Türkiye karşıtlığı ile açıklamak, Libya’da Halife Hafter’e verdiği destekle izah etmek mümkün mü? Yoksa Mısır’ı ABD ve AB gibi büyük güçler mi ikna etti?   

Dördüncüsü: Mısır ve Yunanistan arasındaki antlaşma, Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesiyle, enerji rekabetiyle doğrudan ilgili. İki ülke de ekonomik olarak zordalar. Emperyalist güçlerin baskısına karşı dirençsizler.   

Beşincisi: Yunanistan ve GKRY, bir yanlarına Mısır’ı, diğer yanlarına İsrail’i, arkalarına da ABD ve Avrupa’yı alarak Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı cephe kurdular. Yunanistan, sadece Türkiye’yle yaşadığı sorunlarda değil, Türkiye’nin diğer ülkelerle yaşadığı sorunlarda da taraf oluyor. Karşı tarafı destekliyor. Atina, kendi tezlerini ABD ve AB’nin seslendirmesini sağlıyor. Kendi devlet kapasitesinin, Türkiye’yle rekabet etmeye yetmediğini biliyor. Türkiye karşıtlığını siyasi yelpazenin iki kanadında da öne çıkarıyor. Kilise ve medya da bu konuda militan bir siyaset izliyorlar.

Altıncısı. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Ege Denizi ve Akdeniz’de, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda Türkiye’yle müzakereye hazır olduklarını açıkladı. Müzakerelerden sonuç çıkmayacağını biliyor. Amacı, uzlaşmaya açık taraf görüntüsü vermek, Türkiye’yi uzlaşmaz taraf olarak göstermek, baskı altına almak. Miçotakis, Ankara, Ege ve Akdeniz’de, deniz yetki alanlarına ilişkin sorunları, iki ülke arasındaki tek sorun olarak kabul eder ve sorunun çözümü için Lahey Adalet Divanı’na gitmeyi uygun görürse, Atina’nın Lahey’den çıkacak karara uyacağını söylüyor.

Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisi ne?

Yedincisi: Mısır ve Yunanistan’ın bu hamlesi, Türkiye’nin NAVTEX konusunda yumuşayan tavrının hemen ardından geldi. Türkiye, ABD ve Almanya’nın baskısıyla, NAVTEX konusunda geri adım atıp iyi niyet göstergesi olarak, Oruç Reis Gemisi’ni çekince, Yunanistan bunu fırsat bildi. Türkiye, hemen sonra yeni NAVTEX ilan edip, Barbaros Hayrettin Paşa gemisini sefere çıkarsa da beklenen etkiyi yapamadı. Bu adım, iç siyasette muhalefetin eleştirilerini savuşturmaya dönük bir hamle olarak algılandı. Yunanistan ise bu süreçte Dedeağaç’ta ABD’ye üs verdi.   

Sekizincisi: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sıkışmışlığı ve yalnızlığında, 2002’den bu yana yapılan hataların etkisi büyük. Özellikle Kıbrıs konusunda, iktidar uzun yıllar “herkesten bir adım önde olacağız”, “çözümsüzlük çözüm değildir” deyip durdu. Kurumsal dış politika terk edildi. Türk devlet adamı geleneğinin son seçkin temsilcisi, ulusal kahraman, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş devre dışı bırakıldı. Kamuoyu önünde azarlandı. “Çözümü tıkamasın”, “Gitsin kendi meclisinde konuşsun”, “Söyleyin ona danışmanlarını gözden geçirsin” sözleriyle incitildi. İktidarın desteklediği, “Türkiye’de oy kullansam, AKP’ye oy atardım” sözleriyle ve “Bağımsız KKTC bir hayaldi” şeklindeki demeciyle bilinen Mehmet Ali Talat ile “yes be annem” ekibi, AB’den büyük destek gördüler. Fakat AB, Kıbrıs Türklerine verdiği hiçbir sözü tutmadı. Türkiye’nin Annan Planı’na destek vermesi büyük yanlıştı. Talat çizgisinin devamı olan Mustafa Akıncı’nın yaptıkları ortada. Denktaş ve danışmanları (Mümtaz Soysal, Şükrü Sina Gürel ve Erol Manisalı. Üçünün de öğrencisi olmakla kendimi şanslı sayarım) haklı çıktılar. En seçkin komutanlarını kumpas davalarında tasfiye eden, en yetkin hariciyecilerini “monşerler” diye aşağılayan zihniyet ise Türkiye’ye kaybettirdi.   

Dokuzuncusu: Annan Planı oylanmadan önce, büyük sermaye çevreleriyle birlikte gazetelere sayfa sayfa ilanlar verip, plana desteklerini açıklayan bilim insanlarının ne kadar yanıldığı ortaya çıktı. Türk bilim dünyası adına vahimdir, hazindir, ürkütücüdür. Cehaletin akademide ne kadar kurumsal ve örgütlü olduğunun kanıtıdır. Annan Planı destekçisi bu akademisyenlerden kaçının yetmez ama evetçi, kaçının FETÖ’nün Abant Platformu’nun müdavimi olduğu, dikkate değer bir durumdur.   

Onuncusu: Yunanistan müzakereler yoluyla ikna edilemez. Ya antlaşmalara uymaz ya antlaşmaları kendine göre yorumlar ya da antlaşmaların dilediği maddelerine uyar. Türkiye, Yunanistan adaları silahlandırırken, 20 kadar ada, adacık ve kayalığı işgal ederken gereken kararlı, tutarlı, caydırıcı tepkiyi vermedi. Açıklama yaparak geçiştirdi. Caydırıcı olamadı. Süreli ültimatom vermeyi bile düşünmedi. Sonuç ortada.    

Sözün özü: Türkiye, Mavi Vatan’ın jeopolitiği, jeostratejisi, jeoekonomisi üzerine kafa yormalıdır. Güçlü siyasi irade, güçlü ordu, güçlü diplomasinin ahengi zorunludur. Ekonomik güç ise esastır. Bunların nasıl, ne zaman, nerede kullanılacağı da bilgi, birikim, deneyim gerektirir.

BARIŞ DOSTER / CUMHURİYET